Cenab-ı Hakk'ın hafîziyeti tazammun ettiği nimetler, bütün kâinatta mevcud bütün nimetlerden daha çok ve daha üstündedir. Bu itibarla ağız dolusu ile bir Elhamdülillah ister.
Nur-u iman, dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere zarf iki sofra ile tasvir eder ki; mü'min olan kimse iman eliyle ve zahirî, bâtınî duygularıyla ve manevî, ruhî olan letaifiyle o sofralardan istifade ediyor.
Evet bir tek ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise nass-ı Kur’an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i kātıadır.
Adalet bir küldür; hayatın her safhasında, her zerresinde olmalıdır. Batı sisteminde ilimler kompartmantaldir, bölümlere ayrılmıştır. Farklı farklı kompartımanlar vardır, İslâmi anlayışta bu yoktur, bütünlük vardır, tevhit vardır. Cüzler, küllün parçalarıdır. Cüz-kül münasebeti vardır ama cüz külden bağımsız değildir, iktisat kendi içinde bir branştır, ama İslâm'ın bütünü içindedir. Yani adalet bir küldür, her yerde olur. Ana-baba da çocuklarına adaleti uygulayacak, amir de memurlarına adaleti uygulayacak, çiftçi, ekiminde mahsulüne karşı adaleti uygulayacak, insan, çevresine karşı adil davranacak, Allah'ın verdiği nimete hor bakmayacak.”
Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete/yardıma mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmez.
Eğer oruç olmazsa, nefis-perest çok zenginler, açlık ve fakirliğin ne kadar elîm ve şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihetten insaniyetteki hemcinsine karşı şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır.
İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazan unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubûdiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubûdiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubûdiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?