Ama şimdi, ilk kez, çok kötüyüm, son derece rahatsızım, hastayım. Midemde bir yumruk var. Soluğum kesik, kalbim yara bere içinde, midem tamamen ezik. Dayanılmaz bir fiziksel acı. Bu acıdan bir gün kurtulabilecek miyim bilmiyorum. Çığlık attıracak kadar acı veriyor. Ama çığlık atmadım. Şimdi acının hep burada olduğunu ama yürümemi ya da konuşmamı engellemedigini hissediyorum. Tam bir güçsüzlük ve saçmalık duygusu. Böyle mi gerçekten? Aniden bütün olasılıklar yok mu oluyor? Projelerle, yeni başlamış tartışmalarla, yerine bile getirilmemiş arzularla dolu bir yaşam bir saniyede yok olup gidiyor ve artık hiçbir şey yok, yapacak hiçbir şey yok. Geriye dönemez miyiz?
“Ruhuma musallat olmuş o uçurumların kenarında yaşayabilmek için aylardır bıkmadan usanmadan çocukluğumun yüzlerini,
sokaklarını, ağrılarını yazıyorum. Delirmişçesine, hafızamın kuytu, karanlık, ıssız yerlerine, çocukluğuma, ilk gençliğime, utançlarıma, kavgalarıma bakıyorum bir şeyler bulabilmek için. Ne arıyorum?
Bu kadar öykünün içinde aradığım nedir? Bir kere de mutlu bitsin şu hikâyelerin sonu diyenlere ne cevap vereceğim?”
Bir kere sevdiğinin yüzüne baksa ölecek âşıklar…
Güzelliğini bir yara gibi taşıyan kadınlar…
Gururundan ölenler, gidenler, tam söyleyecekken susanlar,
yıkık krallıkların prensesleri…
Sen artık eski sen değilsin. Her kayıptan sonra değişir insan. Fakat göğsü sancıyla şişen yaralı atlar gibi, soluk alıp vermeye davam edeceksin. Hayatta kalmaya hazırlan.
BARIŞ
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;