“Arkasına yaslandı, gülümsedi. Herhangi bir beklentisi, amacı ya da sonucu olmayan bu sıradan konuşma içinde büyüyen sıkıntıya iyi geliyordu, tam istediği gibi. Yan masadan baktı kendine. Karşısında bir kadın. Yaşıyordu işte, trendeki diğer sıradan insanlar gibi.”
“Bu, insanın eleme karşı son müdâfaa vâsıtalarıdır. Kalbinin kırıldığı yeri ebediyyen terk edip yola revân olmak, dâimî hareketle hâtıraları öldürmek...”
“Senelerden sonra anladım: Erkekler bizi, yâni senin ve benim gibi kadınları, ölesiye sevseler bile yine îcâbında terk ederler. Biz efendi kadınlarız, bizim şahsiyetimiz vardır. Bizi yüzüstü mukadderâtımıza bırakırlar. Bilirler ki biz yine kalkarız ve sendelesek dahi yolunuza devam ederiz. Biz, son nefese kadar müsellâh ve mücehhez kalırız. Ölürken silâh elimizde ölürüz.
Bu zâhirî babayiğitlik, bu bize pahalıya mal olan kahramanlık erkeği kandırır."
“Ne gezer diyorum ama, iş, bunu ispata gelince, sanki, nutkum tutulmuş gibi donup kalıyorum; ‘Ben, otuz beş yıl, hep aynı erkeğin aşkı ile yanıp kavruldum,’ demekten başka söyleyecek söz bulamıyorum.”
“O vakit, daha benim hiçbir şeyim değildi. Fakat, her şeyimdi. Üstümde, hiç kimsenin paylaşamayacağı bir nüfuzu, bir hükmü vardı. Gözleri gözlerime her değişinde: ‘Söyleyin; emriniz nedir?’ diyeceğim gelirdi.”