Türkiye'deki demokrasi uygulaması boyunca, "devlet adamlıpı" ile "halkın birinci adamı" sıfatlarını kişiliklerinde gerçek gerçek anlamda birleştirebilmiş birkaç kişinin dışında iktidara gelenlerin, dahası milletvekili olanların davranışları, genelde hep bir saray geleneği sürdürmek olmuştur.
Bu geleneğin öngördüğü inanca göre halk, kapıkulu konumundadır; halkın ne zaman ne ölçüde neleri yaşamasını, istemesini ya da istememesini saptamak yetkisi ise hep "yukarıya" aittir. Halka düşen birincil görev, haddini bilmek'tir!
Şüphesiz görünüşte hepimiz yaşama yetisine sahibiz, Çünkü arada bir kaçıp yalana sığınırız; körlüğe, heyecana, iyimserliğe, bir inanca, kötümserliğe ya da başka bir şeye. ama o hiçbir zaman koruyucu bir sığınaga saklanmadı; hiçbirine. yalan söylemeyi beceremiyor; Tıpkı sarhoş olmayı beceremediği gibi. en küçük bir sığınağı, başını sokacak bir yeri yok. işte bu nedenle, Bizim korundugumuz her şeyle o burun buruna. Tıpkı giyinik lerin arasında bir çıplak gibi. söylediği okuduğu ve yaşadığı hiçbir şey gerçek bile değil. Esasen, ona hayatı sürdürme konusunda yardımcı olabilecek bütün malzemeden yoksun, sınırlı bir varoluş bu; güzellikte ya da sefalette, fark etmez. Üstelik Çilekeşliği kahramanlıktan alabildiğine uzak - - ve işte Tam da bu nedenle bir o kadar büyük ve Yüce
Kaybı sürdürmek; işte öznenin zarar görmezliğine inancı ya da bağışıklık yanılgısını yaratan budur. Özne hala kaybedecek bir şeyi olduğuna inandığı ölçüde, korunduğu izlenimi de artar! Bağışıklık, bedel ödeyebilme kapasitesidir.
Bilgili ve inançlı bir gençlik olmadan günümüz istilasını durdurmak mümkün değil. Genlerimizle dahi oynamaya çalışan bir zalimin karşısında en az onun kadar bilgili ve birlik içinde olmamız lâzım.