"Gün gelecek soğuk ve gri Paris'in üzerinde ölüm sessizliğini bozan kilise çanları eritilip tüm Fransa'yı aydınlatan ve gürleyerek her yeri titreten toplara dönüşecekti."
Yüksek nöbetçi kulelerinde eğleşen şairlerin dediğince ara sıra Jüpiter gibi insan türüne yüksekten bakan biri sefil ölümlülerin yaşamına saldıran öyle çok afet görür ki ..
kirli ve iğrenç bir doğum, üzüntü verici ve zorlu bir eğitim her türden tehlikeye açık bir çocukluk
dersler ve çalışmalarla boşa geçmiş bir gençlik..
dayanılması güç
5
Her şeyin hep aynı kalması kadar can sıkıcı bir şey yok-
tur. Örneğin tepemizde duran şu karanlık boşluğun tekdü-
ze görüntüsü can sıkıcıdır. Çünkü hep vardır ve hep var
olacaktır. Tanrı, belki dünyayı diğer gezegenlerden bu yüz-
den ayırmış, içine de suyu, ağaçları, hayvanları ve insanı
koymuştur. Ya da Büyük Patlama dedikleri şey yalnızca bu
yüzden gerçekleşmiştir; can sıkıntısından... İkinci durum-
da, canı sıkılan canlı bir öznenin olmaması, herhangi bir
eylemin mutlaka canlı bir öznesinin olması gerektiğine ina-
nanlar için fazladan bir can sıkıntısı nedenidir. Buradan şu
sonuca varılabilir ki, bir tanrıya inanmak, evrenin düşün-
düğünü varsaymaktan daha az can sıkıcıdır.
Yine de, sonsuz bir cennete inananların, varlıklarının
anlamına ait meraklarını eksiksiz bir biçimde doyurmanın
yolunu bulup huzura kavuştukları söylenemez. Bunu söy-
leyebilecek durumda olsaydık, ruhun sonsuzluğuna ina-
nanlar bu doygunluğun hakkını verirler, dünyanın cehen-
nem haline getirilmesi işine dört elle sarılmazlar, hiç değilse
cehennem ateşini körüklemezler ya da gönüllü zebaniler
olmak için birbirleriyle yarışmaktan kaçınırlardı. Bu açıdan
bakıldığında, inançlarımız ve biz, bir çölün ortasındaki iki
yalnıza benzeriz. Yol arkadaşlığımız can sıkıcı bir mecburi-
yetten ve can sıkıcı bir muhabbettendir...
"Bu bir nalet kuşku naletlidir.."
"Değildir"
Buradan nereye varacağını biliyorum sen yüce imparatorumuzu kutsal değerlerimizi aşağılamak istiyorsun.
Öyle mi ama bütün imparatorluklar kelimelerin üstünde durur keramet sahipleri bu kelimeleri dizlerinin dibinde oturan çömezlere ve başlarında dikilen muktedirlere bilgece bir tavır
Burjuvazi tarihte muazzam bir devrimci rol üstlenmiştir.
İktidara geldiği yerlerde burjuvazi, bütün feodal, ataerkil ve romantik-huzur-
lu ilişkilere son vermiştir. İnsanlar arasındaki doğal ilişkilerin bir görüntüsü olan
renkli feodal ilişkileri vicdansızca parçalamış ve insanlar arasında çıplak çıkarlar-
dan başka bir şey olmayan duygusuz "nakit ödeme"den gayrı herhangi bir ilişki
bırakmamıştır. O, müminin coşkun kutsallığını, şövalye heyecanını, küçük burju-
vanın nostaljik hüznünü bencil çıkarların buzlu sularında boğmuştur. O şahsi de-
ğeri, değişim değerine dönüştürmüş, sayısız kez onaylanmış ve hak edilmiş özgür-
lüklerin yerine vicdansız tek bir ticaret özgürlüğünü yerleştirmiştir. Tek kelimeyle
o, üstü dini ve siyasi aldatmacalarla örtülmüş sömürünün yerine üstü açık, hayasız,
doğrudan, saf bir sömürüyü yerleştirmiştir.
Burjuvazi, bugüne kadar çekinilerek ve din kisvesi altında yapılan işlerin kutsal
halesini çekip almıştır. O hekimi, hukukçuyu, papazı, ozanı, biliminsanını kendi
ücretli işgücüne dönüştürmüştür.
para ilişkisine indirgemiştir.
Burjuvazi aile ilişkilerinin etkileyici-duygusal örtüsünü yırtıp atmış ve onu salt para ilişkisine indirgemiştir.
Aydınlanma,
insanın kendi suçu olan ergin olamama durumundan kurtulmasıdır.
Ergin olmama durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmadan kullanamayışıdır.
Sapere aude!
aklını kendi başına kullanmaya cesaret et!
VEHBİ EFENDİ'NİN ŞÜPHESİ
Vehbi Efendi bu ufak kazanın Düyunu Umumiye idaresinde kantar kâtibiydi. Lakin bir türlü yerli ahaliye mahsus kisveyi üzerinden atamamış, bir türlü memur kılığını alamamıştı.
Şal yeleğinin içinde yarı gizli kocaman bir kuşağı, abapoturu altında da beyaz yün çoraplarını meydanda bırakan ökçeleri basık yemenileri vardı. Bunların üzerine de vaktiyle siyah olması lazım gelen havı dökülmüş, soluk bir redingot geçirirdi. Durgun, bön, ürkek bir adamdı. Kaleminde
matbu¹ ( basılmış evrak) kâğıtları doldurmaktan başka elinden bir iş gelmez,sorulmadıkça kendiliğinden konuştuğu görülmezdi.
Cuma ile bayram günleri ya balık avı için Karasu kenarına inen,
yahut da buz gibi kaynaklarda karpuz çatlatmak üzere kiraz
yaylalarına çıkan arkadaşlarına katılmaz; pazar dönüşü bir
sarı gaz boyamasına, bir cam bileziğe viranelere çekilen çingene kızlarına sataşmazdı.
Akşam, kaleminden çıkınca, doğruca Tabakhane semtindeki evine gelir, erken yatar, erken kalkıp tekrar aynı yollardan dairesine dönerdi. Ömrünün günlerini böyle, daire ile evinin arasında, değişiksiz, pürüzsüz bir makara gibi sağmak, tüketmek onu memnun ediyordu.
Refik Halit Karay memleket hikayeleri sayfa 59
Eğer peygamber aklın bildiği iyi ve kötü şeye ilişkin bilgileri destekleyen hükümler getir-
mişse, bu durumda kanıtı üzerine düşünmek anlamsızlaşır; peygamberin davetine
icabet etmek gerekmez, zira bu bilgiler zaten akılda vardır. Bu yüzden peygamber
göndermek hatadır...
Peygamber ümmetin anlamadığı şeyi nasıl anlayabilir? Eğer ilhamla derseniz, aynı
biçimde ümmet de ilhamla anlar...
Peygamber, namaz, gusül abdesti, şeytan taşlama, işitmeyen, görmeyen bir evin
(Kabe) etrafını tavaf etme, hiçbir yararı ve zararı olmayan iki taş (Safa ile Merve)
arasında koşma gibi aklın çirkin gördüğü birtakım hükümler getirmiştir.'
Er-Ravendi