İçimde bir yerlerde bir boşluk varmış, bu kitap içine cuk diye oturana kadar anlamamışım. Barış Özcan, bir videosunda taşlar, çakıl taşları ve kumlarla doldurulan kavanozdan bahsetmişti.
Büyük taşlar ağır görevlerdi, günlük görevler ve hayatı dolduran diğer şeylerden sonra geldiğinde, kavanoza sığmıyordu.
İşte, şu günlerde kavanozum tam olarak dolmuştu fakat bu kitap içine dökülen, kalan boşlukları doldurup her şeyi anlamlı bir bütün haline getiren bir fincan kahve gibiydi.
Evet, şimdiye kadar söylediklerim yorum gibi görünmüyor ancak bir kitabı alırken, hissettirdikleri önemli olmalı. Ve bana bunu hissettirdi. Görünce bir bakmaz mısınız?
Yorum gibi görünen yoruma geçecek olursak;
Betimlemeler müthişti. Kurgu müthişti. Konu müthişti. Avucunuzda tuttuğunuz su gibi akıp gidiyordu elinizden, tekrar tekrar okunmalı. Çünkü her okuyuşta, birkaç şey daha kazandıracak size.
Yazarın ilk kitabı olduğuna göre cidden diğer kitaplarını da okumak isterim.
Kitabın kurgusu kısaca şöyle: Geçmişinde kız kardeşini kaybetmiş, ailesi dağılmış bir genç kızın, başlangıçta sadece İngilizce ödevi olan fakat daha sonrasında kendisini bulmasına yardımcı olan, ölü kişilere mektuplar yazması.
Her bölüm, bir ayrı mektuptan oluşuyordu. Kitap bana Kurt Cobain'i, Nirvana'yı tekrar fark ettirdi! Normalde hep sakin müzikler dinleyen ben Rock dinledim ve açıkçası sevdim. Başına bir uyarı konulmalı: Dikkat. Bu kitap müzik zevkinizi değiştirebilir.
Yani çok güzeldi, anlamlıydı. Sadece, daha liseye yeni geçmiş gençlerin bu kadar alkol tüketmesi ve yaptıkları beni biraz rahatsız etti.