Gerçekleri sıradan cümleler söyler bize.
Hayatımızı onlar belirler.
Bir de büyük cümleler vardır, kılıç kılıca değer gibi şakırdayan, meşaleler gibi parıldayıp alevler gibi yakan büyük cümleler.
O büyük cümleler de bize yalanları söyler.
Ve inanın, hayat, içi boşaldıkça ağırlaşır. Taşınması zor bir yük olur.
O boşluğu saklamak için siz de başlarsınız yalanlara, ne kadar boşalırsa hayatınız o kadar çok yalan söyler, cakalanırsınız ve boş bir hayatı taşımanın aslında nasıl da büyük bir akıllılık olduğunu anlatmaya koyulursunuz.
Sizin hayatınızda çalmak uğruna hayatınızı vereceğiniz bir “konçerto” yok mu?
“İşte bunun için yakarım geleceğimi” dediğiniz bir “parça” bulunmuyor mu repertuarınızda?
Yoksa eğer, bu hayatınızda hayatınızdan daha kıymetli bir şey bulunmuyor demektir.
Kolay anlaşmalar yaparsınız o zaman. Budalalar karşısında susar, zorbalar karşısında eğilirsiniz.
Koşumları yalandan, kırbacı çıkarcılıktan yapılmış arabalara koşulursunuz siz de.
“Hayır” demeyi unutursunuz.
Herkese dağıtırsınız o lanet olasıca boş mukavelelerinizi.
Katiller efendiniz olur, sahtekarlar padişahlık taslar size, kulaklarınız artık hiçbir müziği duymaz, ruhunuz kayalara çarpıp terk edilmiş eski bir gemi gibi yosunlanıp çürümeye koyulur ve ortak bayağılıkların içinde atarsınız kulaçlarınızı.
Ve inanın, hayat, içi boşaldıkça ağırlaşır. Taşınması zor bir yük olur.
"Akile Hanım Sokağı, 1950’lerin İstanbul yaşamının canlı, eğlenceli bir panoramasını çiziyor. Nermin ve Tarık, daha birkaç yıl önce evlenmiş, Ankara’da sakin bir evlilik sürmektedirler. Tarık bir yurtdışı görevi nedeniyle Roma’ya gidince Nermin de İstanbul’a, eniştesinin Beyazıd Âkile Hanım Sokağı’ndaki konağına gidip onu orada beklemeyi uygun bulur. Âkile Hanım’ın konağıyla komşu olan bu ev, içinde birbirinden ilginç sayısız hikâye barındırmaktadır.
Çağdaş Türkiye’nin değişen yüzü; modern yaşamın getirdiği yeni ilişkiler, dünyada fırtınalar estiren ve Türkiye’ye yeni yeni giren Rock’n Roll, striptiz, kadınların özgürleşmesi, kuşak farkları, giyim kuşam; modernizmin iyi yanlarına övgü, kötü yanlarına eleştiri. Halide Edib’in bu keyifli romanı her yaştan okurun ilgisini bekliyor." tanıtım bülteninden alıntı, güzel bir kitap beğenerek okudum, tavsiye ederim.
Bu yazara ait okuduğum ilk kitaptı, yaklaşık 500 sayfa olmasına rağmen çok akıcıydı. Amin Maalouf'un "Semerkant" isimli kitabında okumuştum üçü de İran asıllı olan Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizamülmülk. Çok güzel bir kitaptı o da. Nizamülmülk tarafından yazılan "Siyasetname" isimli kitabı da okumuştum. Çok güzel bir yönetim kitabıydı. Bu kitapta okuduklarım şaşırttı biraz beni, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun baş veziri olan Nizamülmülk Alp Arslan ve Melikşah'a vezirlik yapmıştır. Bu kitapta dikkatimi çeken Vezirin önemli görevlere akrabalarını getirmesi, o kadar güçlü bir hale gelmiş ki görevden azli bile istenemiyor, aslında devlet yönetiminde biri o kadar uzun süre önemli bir makamda görev yaparsa haliyle her şeyi hak görüyor kendine. güzel bir kitap tavsiye ederim.
“Büyümek insanın doğasıdır, aynı zamanda da zaafı! İnsan çoğalmak ister, bir aile kurar, bir mahalle, bir kasaba, insan bir devlet kurar. Bu onun doğasıdır, sınırların dışında kalanlarsa zaafıdır; düşman böyle yaratılır.”
“Aynı şey değil, sadakat ve itaat! Sadakat bir bağlılık gerektirir, güçlü bir bağ. İtaat eden aldatır, mutlaka aldatır, ilk fırsatta sırtından vurur, insan doğasıdır.”
"Bu devlet yok Vezir! Türk Devleti! Selçuklu bir Türk Devleti'dir, Türk! Anladın mı? Sen ve o kuş beyinli Gazzali'nin hayal ettiği bir Arap ya da Fars devleti değil, bir ümmet devleti değil! Türk Devleti! Öyle de kalacak!"