Spinoza, sıklıkla "en iyi olanı gördüğümüzü ama en kötüsünü yaptığımızı" hatırlatır. Bir kadın arkadaşım günün birinde bana şöyle bir itirafta bulunmuştu: "Aşk hayatımda beni mutlu edecek bir erkekle karşılaşmak istiyorum ama sürekli, bana uygun olmayan ve beni mutsuz eden insanlarla karşılaşıyorum." Ona kötü davranan babasının yaşattığı aşağılanma hissini aşk hayatında tekrar yaşamayı bilinçdışı biçimde istemekte olduğunu, bir terapistle konuştuktan sonra anladı. Duygusal dünyası çocukluğunda zehirlenmişti ve aşina olduğu şeyin; zehrin tadının peşindeydi. En iyiyi istiyor ama sürekli en kötüsüyle karşılaşıyordu çünkü psikanalizde "nevrotik senaryo" denilen bir bilinçdışı yeniden üretim mekanizmasının boyunduruğundaydı. Söz konusu bilinçdışı nedenin bilincine vardığımızda ondan kurtulabiliriz.
Zira nedenleri bilmek özgürleştirir; davranış ve tercihlerimizi olgunlaşma doğrultusuna sokarak aklı başında hareket et memizi mümkün kılar, bizi etkin bir sevinç haline geçirir. Sevince giden yolun neden akıldan ve tümüyle uygun fikirler geliştirmekten, yani hem kendimizi doğru tanıyıp bize neyin uyup neyin uymadığından haberdar olmaktan hem de parçası ve bağımlısı olduğumuz doğanın evrensel kanunlarını bilmekten geçtiğini böylece daha iyi anlayabiliyoruz.
insanı insan yapan,
yüzüne güzellik katan,
ve onu sevdiren tek şey
kalbinin güzelliğidir..
Ne diyordu Hz Mevlana;
"Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar..”
Sevmekten korkmuştu. Bu da bir tür tembellik işte. Hep, ayrılacak okursa fazla acı çekmeyeceği kişilerle soluk, tatsız aşklar yaşamıştı. Neden? İnsan aşktan neden korkar?
İlerlemek, öteki kişinin davranışını unutmak ya da anlamak anlamına gelmez. Kendimizi saplanıp kalmanın aşındırıcı etkilerinden korumak anlamına gelir.