Kitap Madame de Prie adlı Fransız sarayında çokça hükmü ve etkisi olan aristokrat kadının, birden gözden düşüşüyle bizleri karşılıyor. Madame de Prie sürgün edildiği Normandiya’da kendini derin bir yalnızlıkla savaşır halde buluyor. Kendisi nitekim sürgün edilmeden önce çokça çevresi olan, sevilen ve yüksek saygı gören bir insandan bir anda kimsesiz ve sıradan bir insana mahkum edilişini hazmetmeye çalışır. Fakat onun önceki dünyası o kadar aydınlık o kadar şatafatlı ve o kadar kalabalıktır ki maalesef o bu yalnız ve karanlık sürgün hayatına alışamaz. Bu kitabın ben de uyandırdığı düşünceleri paylaşmak isterim. İnsan her zaman olmasa da bazen fark edilmek ister. Arkadaşlarıdan, ailesiden ve varlığını bildiği bütün insanlardan. Kitapta da olduğu gibi, fark edilmeyen, anlaşılamayan bir insanın ne denli psikolojik bir buhran içinde olduğunu ve bunun sadece psikolojik olarak yanına kalmayıp fiziksel olarakta kendisini ne kadar harap ettiğini görmekteyiz. Ne yazık ki günümüzde bir çok insan ana karakterimizin yaşadığı bu buhranın aynısını yaşıyor ve dikkat çekemiyorlar, tıpkı Mademe de Prie’in o kalabalık içinde söylediği şu cümleler gibi;
Evde bir ölü var farkında değil misiniz?
O benim!
Yalnızlık bir insana bahşedilen en büyük cezadır!
Ama merak etme yalnız dostum, ben seni duyabiliyor ve görebiliyorum. Yalnız değilsin.