Zihnimiz, karmaşık dünyayı modellere dönüştürerek algılamak konusunda oldukça başarılıdır. Bu sorun da aynı alışkanlığı “kendimize” uygulamamızdan kaynaklanır. İnsanı yaklaşık 150 yıldır bir “bilgisayar-makine” modeline indirgemiş olan kültürel kodlarımız, zihinsel özelliklerimizin de sadece “bilgisayar gibi” olan kısmına odaklanmış durumda. Halbuki insanın esas varlık nedeni, insan zekâsının erişim alanı, bunun çok daha ötesindedir.
Beynimizin esas işi; çok farklı ortamlarda, çok farklı sosyal koşullarda ve çok farklı kaotik sorunlar karşısında âni, kalıcı ve işimize yarayan çözümler üretebilmektir. Her seferinde benzersiz, analitik adımlara bölünemeyen, algoritmalara indirgenemeyen, belirsiz ve tekrarsız problemler, bizim gibi bir canlının hayatta kalma becerilerinin temel hedeflerini oluşturur. İnsan zekâsı sadece işlemsel (computational) ve dijital bellekten ibaret değildir. Bu işin sadece küçük bir kısmıdır. Duygusal zekâ, dil zekâsı, sosyal zekâ, sezgisel zekâ, beden zekâsı, ekolojik zekâ, örüntü zekâsı, soyut zekâ, yaratıcı zekâ, bütüncül zekâ, model zekâsı, evrimsel zekâ, zamansal zekâ, fraktal zekâ, duyusal zekâ7 gibi isimler verebileceğimiz (ve aslında birbirinden kolayca ayıramayacağımız) daha nice zihinsel özelliklerimiz mevcuttur. Temel amaç, dertleri ve ortamı belirsiz, her yere uyum sağlayabilen bu enteresan canlının her türlü sorununu çözebilecek, üretken ve yaratıcı çözümlerin üretilebilmesidir. İnsan beyninin esas varlık amacı, insan zihninin esas donanımının amacı kısaca budur.