"aşk bazan imkansız görünür kişiye
hepten biten birinden sonra
yeni bir duygu ilişkisi
ister inanın ister inanmayın
dayanılmaz bir hüzün verir insana
öyle bir hüzün
dağ başında bir otunki
– ömrümde rastladığımı varsaydığım
birtakım duyguları anlattımsa
bundan ne çıkar ki"
Belli bir tarafı tutup onu doğruladıkça kendimizi daha güçlü ve gururlu hissediyoruz. Adımızın saygıyla anılacağını bilirsek, işkenceye dayanabilir, davamız uğruna can verebiliriz. Tarihin bandosunun bizi yüreklendireceğini, adımızın tarihe geçeceğini biliyoruz çünkü. Sorumluluk duygusuyla ne düşündüğünü açıklayan ve kendi yolunda ilerleyen hain, nadiren böyle bir durumla karşılaşır oysa. O yalnızdır. Dai- ma yalnız olmuştur ve daima yalnız olacağını bilir. Biz totalitarizmimizle bireyi yok ediyoruz. Bireysel özgürlüğü nadiren hoş görüyoruz, çünkü ondan korkuyoruz. Özgürlüğün, yaşamımıza düzen ve anlam getiren yapıları yok edeceğin- den korkuyoruz. Itaatkâr olduğumuz, körü körüne boyun eğdiğimiz için hainler yaratıyoruz. Böylesine zayıf olduğumuz için totaliter oluyoruz. Kendi benliğimize inanç duymak, insana inanç duymak, bizi hainlerin olmadığı bir topluma götürebilir, o zaman kendimizden korkmamız için bir neden kalmayacaktır çünkü.
"Beğenmiyorsan çekip gidersin," diyoruz. "Düşmanın ülkesine gidersin." Hain tek başına acı çekerken, kitleler, çoğu zaman vicdan ve aklıselimden vazgeçme pahasına da olsa kendi yanılsamalarına sımsıkı tutunuyorlar. Hain kim Öyleyse?
📌 Malum Konuda Neden Taraf Tutmak Zorunda Bırakılıyoruz?
✍️ Ben İslamı yaşamaya gayret eden çok kusurlu bir müslüman olarak olaya şöyle bakıyorum:
1️⃣ Malum kız tamamen yalan söylüyor olabilir mi? (Evet)
2️⃣ Malum kız birileriyle tezgah kurup kanunların verdiği önceliği kullanarak İslama saldırı için iftira atmış olabilir mi? (Evet)
3️⃣ Aile
1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz, aynı zamanda bu ödüle layık görülen ilk Arap ve Müslüman yazardır. Batılılar kendisine "Ortadoğunun Balzac'ı" lakabını takmışlardır. Balzac, dönemin Fransa'sını oluşturan her katmandan insanı romanlarında nasıl anlattıysa Necib Mahfuz da benzerini ülkesi Mısır için yapmış olsa gerek ki bu
Aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. Ama nedir, bu hazzın insana verdiği o acayip gıdıklama, düşürdüğü o delice, budalaca, saçma sapan haller, bizi sürüklediği o uygunsuz azgınlık, aşkın en tatlı anında o alev saçan, kudurmuş, zalim surat, sonra nedir o birden kabarıp böbürlenme, bu kadar çılgınca bir işin içinde o ciddileşip kendinden geçme? Hem ne diye hazlarımızla pisliklerimizi sarmaş dolaş edip hep bir yere koymuşlar? Ne diye insan hazzın son kertesinde acı çeker gibi, ölecek gibi inlemekli oluyor? Bunlara bakınca, Platon’un dediği gibi, tanrıların insanı kendilerine oyuncak diye yarattıklarına inanasım geliyor.
Umut hâlâ canlıyken, insanlık için ölüm ilanları yazmak feci hâlde zamansızdır. Umudun aynı Tanrı gibi ölümsüz olduğu, sadece insanlıkla birlikte yok olabileceği inancından kendimi soyutlayamıyorum. Oysa sevgili Staszek insanlık yok olabilir.
Nazım Hikmet Ran İstanbul'un işgali üzerine şair şiirlerinde daha çok kuvvetlerin halka yaptığı zulüm ve baskıyı, Anadolu insanının çilesini, sefaletini, yurt özlemini, barışı, gelecek güzel günlere inanışını, aşkı, umudu, umutsuzluğu, ölümü kısacası insana özgü olan her şeyi şiirlerinde konu almıştır.
Hatta Nazım bir söyleminde şiir için"şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim der." Ve söyleyemediği dile getiremediği duygularını şiirle anlatır.
Çalkantılı hayatıyla kaleme aldığı şiirleri ile yazarımızın şiirlerini okurken sizin de ruh halinizi her mısrasında değiştirir.
Şiirlerini okumak ayrı keyif verirken;
Putlar Yıkılırken kitabında yazmış olduğu Nazım hikmet'in biyografisini okumanızda mutlaka tavsiye ederim
-Sen de ben imkansızlığı seviyorum, fakat asla ümitsizliği değil.
Keyifli okumalar.