Elias Rukla, ellili yaşlarında bir edebiyat öğretmeni, 60’lı yıllarda üniversite okuyan idealist bir öğretmen olarak 90’ların gençlerinden, toplumundan ve gündeminden pek hazzetmiyor.
Elias bir gün öğrencilerin zorla katlandıklarını fark ettiği bir dersten sonra öfke krizi geçiriyor ve okulu terk ederek sokak sokak dolaşmaya başlıyor. Sonunda bir bara oturuyor ve biz de o sırada onun üniversite yıllarını, evliliğinin geçmişini ve eski bir dostunu yavaş yavaş öğrenmeye başlıyoruz.
Elias gençliğinde felsefe dersleri almış, kendini topluma öncülük etmek isteyen bir aydın olarak tanımlayan idealist bir öğretmen. Ama yıllar geçip de öğretmenlik mesleğinin hiç de hayal ettiği gibi olmadığını, aynı zamanda çağın dışında kaldığını ve çok yalnız olduğunu, evliliğinin de sandığı gibi yolunda olmadığını fark ediveriyor.
‘’Söyleşmeye teşebbüs bile etmiyordu insanlar. Karşılıklı konuşmayı, kişisel ya da toplumsal bir konu üzerine yoğunlaşarak tartışmayı, hiç değilse bir şeyin iç yüzünü kavramanın getireceği anlık parıltıyı yaşamayı istemiyorlardı.’’
Kitap genel olarak orta yaşlı, edebiyat ve felsefeye tutkulu bir adamın yalnızlığı, çağın dışında kalışı açısından yorumlanabilir. Bu son cümle ilginizi çekiyorsa okumanızı öneririm.
Not: Ben yalnızca hayatında derin tartışmalar yapabileceği bir arkadaşı olmadığı için empati kurabildim karakterle. Örneğin bir öğretmen arkadaşı Thomas Mann’ın yazdığı bir kitap karakterigibi hissettiğini söyleyince mutluluktan elinin ayağının titremesi ve kendini o kişiye yakın hissetmeye başlaması gibi.