İtilaf kuvvetlerinin çoğu komutanı daha önce hiç savaşmamış yaşlı ve şişman yüksek rütbelilerdi. Savunma hattının gerisinde kalıyor ve emirleri cepheye telefonla iletiyorlardı. Bu emirler pek çok askerin ölümüne yol açabiliyordu, fakat mantıklarının sesini dinleyen komutanlar bunun üzerinde fazla durmuyordu. Fransızların üst düzey bir komutanı, gözlerini kaybetmiş bir askere madalya taktıktan sonra astlarına şöyle demişti: "Bana bir daha böyle manzaralar göstermeyin... Yoksa saldırma emri verecek cesaretim kalmayacak."
“Her bir insanın hikâyesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar
ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikâye, sonuçta
insan varoluşunun bir hikâyesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın?”
Her bir insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikaye, sonuçta insan varoluşunun bir hikayesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın?