Akıl dini hakikatlere erişebilseydi eğer, imana hiç gerek kalmayacaktı.
İmana gerek duyuluyorsa eğer, bu da aklın insanın en fazla bilme ihtiyacı duyduğu konular için yetersiz veya uygunsuz olduğu anlamına gelir.
Augustinus, aklın esasen veya sadece iman yoluyla iyileştirilebileceğini, dolayısıyla akıl ile iman arasında bir çatışma olamayacağını, iman ile aklın birbirleri nin tamamlayıcısı olabileceğini iddia eder.
Gerçekten de Musa'nın Tanrı'sı ile Platon'un Tanrı'sı arasında bir fark bulunmadığını, her ikisinin de aynı şeyi, birinin vahye diğerininse akla dayanarak öne sürdüğünü bildiren Augustinus' a göre, hakiki iman ile doğru aklın birbiriyle uyuşması kaçınılmazdır.
Çünkü her ikisi de aynı hakikati ifade etme iddiasıyla ortaya çıkıyorsa, hakikat hakikatle değil de sadece yanlışla çelişebileceğinden, imanın akılla çelişmesi imkansızdır.
İnsanın yok olup gitmemek için tanrısal olana olduğu gibi, tanrısal olanın da gerçekten var olabilmek için insana ihtiyacı vardır. Böylece tanrısal olan gücünün tanıklarını yaratır, onu öven ağızları, onu gerçekten Tanrı yapan şairleri.
Dostoyevski'nin sırrı budur: Onun Tanrı'ya ihtiyacı vardır, ama onu bulamaz. Bazen ona ait olduğunu sanır ve o anda esrimeye tutulur, inkâr etme ihtiyacı onu yeniden yeryüzüne fırlatır. Tanrı ihtiyacını ondan daha şiddetli idrak eden olmamıştır. "Tanrı benim için şu yüzden gereklidir," der bir keresinde, "çünkü o insanın her zaman sevebileceği tek varlıktır." ve bir başka sefer, "İnsan için, önünde eğitebileceği bir şey bulmaktan daha kesintisiz ve daha acı verici bir korku yoktur." Bu Tanrı eziyetini altmış yıl çeker ve Tanrı'yı tıpkı acılarının hepsini sevdiği gibi sever, onu her şeyden çok sever, çünkü o bütün acıların en ebedisidir ve acıya olan sevgisi varoluşunun en derin düşüncesi anlamına gelmektedir. Hayatı boyunca ona ulaşabilmek için mücadele etmiş ve inanca "kuru bir ot gibi" susamıştır. Ebediyen parçalanmış olan birliğe kavuşmak ister, ebediyen kovalanan sığınacak bir yer; ebediyen kovulmuşa, tutkunun bütün hızlı akıntılarıyla sel gibi akana bir çıkış, bir huzur, bir deniz gereklidir.
Bize diyorlar ki; "Yaratılışının zayıflığı sonucu olarak insan, kendisi için bir sırlar dokusundan başka bir şey olmayan tanrısallığın yönetiminden bir şey anlamaya yetenekli değildir. Tanrı, insanın anlayış gücünün ister istemez üstünde olan sırları açığa vuramaz."
Bu durumda, yine karşılık olarak diyeceğim ki; tanrısallığın yönetimiyle ilgilenmek, insanın işi değildir. Bu yönetim, insanı hiçbir şekilde ilgilendirmez. Anlayamayacağı sırlara insanın asla ihtiyacı yoktur. Bunun için derin anlamlı bir söylev, bir koyun sürüsü için ne kadar boş, yararsız ve yersiz ise; esrarengiz bir din de insan için o kadar yararsız ve yersizdir.