Baş karakterimiz olan İvan İlyiç, 45 yaşında, mahkeme üyesi olarak görev yapan ve yaşamını olması gerektiği gibi - çevresinde yaşanan dünyaya ve alışılmış normlara uygun olarak - sürdürdüğünü düşünerek yaşamış bir insan.
Her şeyin bilincinde tasarladığı gibi aktığı ve öyle devam etmesini umduğu bir anda hastalığa yakalanması, onu ölüme götürecek birkaç ayın içinde kendini ve aslında ömrünün nasıl yaşandığını sorgulamasına sebep oluyor. En mutlu anılarını, yaşamının ilk yıllarında bulup; zaman geçtikçe içine daha çok gömüldüğü bir deliğe doğru çekildiğini ayırt ediyor. Ailesi, yıllarını vererek uğraştığı kariyeri, yüksek mevkiden insanlarla tanışma çabalarının hepsinin anlamsızlığını fark ederek, "Yaşamam gereken yaşam, bilinçli olarak seçtiğim yaşam mıydı?" diye düşünerek aslında yapılması gerekenleri bulmaya çalışıyor.
Tolstoy, ölmekte olan bir insanın kırılganlığını o kadar göze batmadan ve insanca anlatıyor ki; aslında ölüm ile ne zaman karşılaşacağımızı bilmeyen biz insanların ne kadar avare ve gereksiz meşguliyetlere sahip olduğumuzu hissettiriyor. Ölüm döşeğinde olan bir insana, iyileşeceğini varsayarak içi boş teselliler vermek ve onu kandırmak mı; yoksa o korkunç gerçekle karşılaşıncaya kadar onu anlayarak beklemek mi daha kıymetli, bunu düşünmemize sebep oluyor.
Ölüm gibi bir gerçeği göz ardı etmek için bulunan uğraşlar ve hep başkalarının başına geleceğinden emin olduğumuz bu gerçek; hayatımızın tam ortasına düştüğünde neler olabileceğini anlatan ve bunu unuttuğumuz her an açıp bir daha okunması gerekecek bir eser; İvan İlyiç'in Ölümü.