El-Cebbâr
Allah Teala birçok fiilde insan irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur değildir. Dilerse dilediği anda iradelerini yok eder. Nitekim bir hadiste "Allah Teala kaza ve kaderini yerine getirmeyi istediği vakit akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki, kaza ve kaderi onlar da yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar" buyurulmuştur. Dilerse onların akıl ve iradelerini yok etmemekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla üzerlerinde icra eder. Nitekim Allah'tan Korkmayan emirlerine karşı gelmek isteyen âsiler azaba ve cezaya yanaşmak istemedikleri halde vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olurlar. Hâsılı Allah Teala'nın mutlak iradesi altında mağlup ve mecbur olmayacak hiçbir şey tasavvur olunamaz.
Çocukların, köpeklerin, hatta yetişkin insanların oyunda kavga ettikleri zaman birbirlerine gerçekten sinirlendikleri doğru değil midir? Gözyaşı kadar kahkaha da bulaşıcı değil midir? Saçmaladıkça daha çok gülündüğü doğru değil midir? Üzgün ve kuruntulu bir kişinin tüm ailenin canını sıktığı görülmemiş midir? Yüksek otoriteye göre ayarlanan Çin merasim kuralları, Loyola gibi hareketlerin kendilerini karşılayan duyguları önerdiğini düşünen Konfüçyüs tarafından kasten belirlenmemiştir? Son derece psikolojik yapılarıyla Katolik ayinleri, en inançsız akıl üzerinde bile derin bir intiba bırakmak üzere özenle hazırlanmıyor mu? İlahiler okunup sessizlik çökünce Tanrı'nın huzurunda eğilen inançlıların arasından, bahse girerim ki evlerine, içinde yükselen bir saygıyla dönmeyen yoktur. Aynı şekilde, neşe içinde evimize gelen bir arkadaşımız da bizi keyiflendirip sevinçle ayağa dikmez mi? Daha fazla örnek eklemeye gerek yok, bakmasını bilen kişi bunları her yerde görecektir.
Reklam
"Dışımızdaki maddi dünya için ışık neyse içimizdeki bilinç dünyası için zihin de odur. Çünkü ışık bir araya geldiklerinde tutuşup parlayan yanabilir cisim ile oksijen neyse, zihin de büyük ölçüde irade için ve keza aslı nesnel ve dolaysız biçimde kavranan iradeden ibaret olan organizma için odur. Ve nasıl ki bu ışık daha parlak ve yanan cismin dumanıyla daha az karışık ise zihin de daha saf, neşet ettiği iradeden daha tam ayrışmıştır. Hatta daha cesur bir mecaz ile söylenebilir ki bildiğimiz haliyle hayat bir yanma sürecidir ve bu süreç içerisin gerçekleşen ışığın gelişimi zihindir."
ALEVİLİK...
ALLAH, MUHAMMED, ALİ kutsallığını kalbinde taşıyan , Hz.ALİ’nin adaletinden ayrılmayan temelinde insan sevgisi bulunan her dine , mezhebe her inanca saygı duyan ve hoşgörü ile bakan, dil, din, ırk, renk , farkı gözetmeyen eline diline sahip olma ilkelerini şart koşan, gelmek isteyen, inançlı insanları çatısı altına alarak manevi susuzluklarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, laik,demokrat, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, zalime ve zulme karşı gelen, mazlumun yanında olan, şeriatın bağnaz kurallarına bağlı olmayan, ve onu reddeden,aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvası sevgi hamuru ile yoğrulmuş, insanı Kamil ve erdemli insan yaratmayı ön gören, korkuyu aşıp sevgi ile tanrıya yönelen, Enel-Hak ile insanın özünde Tanrıyı gören, yaradan ile yaradılanın varlık Birliğine varan, edep ve ahlaklığını yaşamın temeline oturtan, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hemde irfaniliğin mayası bulunan; kişinin ahlaklı ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, Hz. MUHAMMED ve Hz. ALİ’den gelen neslin imametini teberra ve tebelle ilkesi ile sahiplenen, dini biçim ve şekil olarak değil, gerçek anlamıyla algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve batını özelliği ile evrimleştiren akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cem'i ile yürüten bir inanç sistemidir.
Ahlâksızlıkların sebebi akıl aylak kaldığında dürtülerin gelip yerleşmesidir. İlacı da bir kez daha metotlu, verimli, enerjik bir hayat tarzı ve çalışmasıdır.
iman ve inkâr yalnızca akıl ve bilgi işi değildir.
İman ve inkâr yalnızca akıl ve bilgi işi olsaydı bütün akıl ve bilgi sahipleri inanır veya inanmazlardı. Hâlbuki tarih boyunca ileri düzeyde akıl ve ilim sahibi kişiler arasında hem iman edenler hem de inkâr edenler bulunmuştur. Bu sebeple iman edenler akıllarıyla övünmezler: hidayeti, imana kavuşmayı, kendi irade ve tercihleri yanında Allah'ın hidayet ve yardımına da bağlarlar, O'na şükrederler. İnkârcılar ise yalnız akıllarına güvenir, akıl üstü varlıklara inanmaktan kurtulduklarını düşünür, iman ehlini akılsızlıkla, saflıkla, ekonomik ve kültürel yönlerden geri kalmışlıkla vasıflandırırlar, imanı bu etkenlere bağlarlar. 13. ve yukarısındaki âyetler işte bu tavır ve psikolojiyi açığa çıkarmakta; asıl akılsızların, aklını doğru kullanmayanlar, tercihlerini iman ve İslâm yönünde yapmayanlar olduklarını ilân etmektedir.
Sayfa 81 - DİB YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.