“...İnsanlar hiçbir şeyden bahsetmiyor.”
“Ah, bir şeylerden bahsediyorlardır mutlaka!”
“Hayır, hiçbir şeyden bahsetmiyorlar. Genellikle bir sürü araba veya giysi markası ya da yüzme havuzu firması sayıp, ne güzel diyorlar! Ama hepsi aynı şeyleri söylüyor ve kimse kimseden farklı bir şey söylemiyor. Kafelerde de genellikle espri makineleri çalıştırılıyor ve genellikle aynı espriler yapılıyor veya müzik duvarının ışıkları yakılıyor ve bütün o renkli desenler inip çıkıyor, ama bunlar sadece renk ve tamamen soyut.”
“Hiçbir şey öğrenemedin mi daha, ölüm kapındayken bile? İkide bir onu rahatsız edeceğim, bunun canını sıkacağım diye düşünmesene. İnsanların hoşuna gitmiyorsa şikayette bulunabilirler. Şikayet edecek cesaretleri yoksa bu onların sorunu.”
… gözleri ağrıyana kadar okumanın verdiği o neşeyi anımsadı. Uzun zaman boyunca mahrum kaldığı bu mutluluğu tekrar yakalarsa, her şeye yeniden başlayabileceğini düşündü.
“O anda her şeyden nefret ediyordu: kendisinden, dünyadan, önündeki sandalyeden, koridordaki bozuk radyatörden, kusursuz insanlardan, canilerden. Bir akıl hastanesindeydi, insanların genellikle kendilerinden sakladıkları duyguları bastırmamakta özgürdü. Nedense hepimiz yalnızca sevmek, kabullenmek, işlerin kolayını bulmak, çatışmadan kaçınmak üzere yetiştiriliriz. Veronika her şeyden nefret ediyordu ya, en çok da yaşamını sürdürmüş olduğu biçimden, içinde barındırdığı yüzlerce Veronikaʼyı keşfetmeye zahmet etmeyişinden tiksiniyordu. Oysa orada kim bilir ne ilginç, ne meraklı, ne cesur, ne küstah, ne deli kızlar duruyordu.”