Yaşının sorulmasından hoşlanmazdı. İmam Şafii diyor ki: 'Bir keresinde Malik'e yaşını sordum. Bana dedi ki: 'İşine bak! Yaşını söylemek mürûete aykırıdır.'
Sultanu'l ulema : İzz bin Abdisselam
Barınacak bir evi dahi olmadığından Emevi Camisi'nin külliyesinde kalıyordu. Yirmi yaşını geçkindi. Bir gece ihtilam oldu. Çok soğuk bir hava olduğu halde, gece caminin havuzunda yıkandı. Tekrar yattı. Sabaha doğru ikinci defa ihtilam oldu. Tekrar aynı soğuk suyla banyo yaptı. Sabaha doğru hastalandı. Yattığı yerden çıkamayacak hâle geldi. Onun bu durumuna vakıf olan bir Müslüman, böyle soğuk bir havada yıkanmayıp teyemmüm de yapabileceğini söyledi ona. Çok üzüldü. Böyle bir kolaylık olduğu halde onu bilemeyişinden utandı. İyileştikten sonra, en yakın medresenin yolunu tuttu. Bu olayın kendisine, Allah tarafından ilme yönelmesi için bir işaret olduğuna inandı. İlim yoluna girdi. Kırk yaşlarına geldiğinde fetva verebilecek seviyeye ulaştı. Bir gece bahçesinde ihtilam olduğu ve soğuk suyla banyo yapmak zorunda kaldığı Emevi Camisi'ne hatip olarak tayin edildi. Oradan hakkı haykırmaya başladı. İzz, geç başladı. Emsallerinin bitirdiği yıllarda o elif cüzünden başlamıştı. O yürüdü, emsalleri durdu. Sonunda yarışı kazanan, ilmin hakkını en güzel şekilde veren, adı tarihe altın harflerle yazılmış bir âlim oldu.
Reklam
Bugün, tarihi ve insanlığı kuşbakışı bir gözle incelediğimizde, Musa aleyhisselam ve döneminin, onun muhatap olmak durumunda olduğu Israiloğulları ve Firavun yönetiminin, neden Kur'an'da bu denli geniş bir yer tuttuğunu daha iyi anlamaktayız.O gün Firavun olarak anılanların bugün adının Firavun olmaması, firavunlaşmadıklarını göstermez. Kur'an da Firavun'un fiziki ayrıntılarını anlatmıyor zaten.
Onların yaşadıkları bize ibret, biz de bizden sonrakilere ibret konusuyuz.
Karalama2
...?...?/1989... Kendini haddinden fazla duyumsadığı için acıya ve korkuyuda haddinden fazla duyarlı arkadaşım için, burası tam bir cehennemdi. Her şeyiyle farklıydı Ankara'dan. Çok kültürlü, birçok etnik gruptan oluşan, bu etnik grupların bir nevi kabileci bir tutumla diğerleriyle arasına sınırlar koyarak birbirinden ayrıştığı, etnik
Osmanlı
Tarihçiler, Endülüs'ün acı tarihini yazmayı bitirmeden önlerinde bir de Osmanlı faciası buldular. Kur'an'ın gölgesinde kurulmuş bir devletin enkazı bile kalmamıştı; adı değişmiş, varlığından ar duyulur olmuştu. Şüphesiz, böyle bir facia bir gecede veya bir günde olup bitmedi. Bir asırdan fazla öldü ölecek, gitti gidecek diye beklendi. Göz göre göre koca bir medeniyet, tarihin sularına gömüldü. Osmanlı'nın yıkılması, bir aile devletinin yıkılması, bir yönetimin el değiştirmesi olarak algılanamaz. Osmanlı, her ne kadar Osman Bey'in adına kurulmuş ve yaşamış bir devlet ise de temsil ettiği değer Osman Bey değil, Osman Bey'in akidesiydi. Onun çökmesi için asırlarca uğraşanlar da Osman Bey'le veya onun aşiretiyle uğraşmamışlardı; asıl hedef, Mushaf bulunan odada uyumaya hayâ eden anlayışın nesilden nesile taşınmasını engellemekti. Bu durum, Osmanlının aşiret adına kurulup din adına gelişip büyümesinden kaynaklanmaktaydı. Bilhassa Osman Bey'in torunu Yavuz Selim, Mısır'dan Halife unvanıyla döndükten sonra, Türk ırkının Osmanlı'sı yoktu, Müslümanların Osmanlı'sı vardı.
Sayfa 126Kitabı okudu
Reklam
“…Zira dünya işleri kolaydır. Adıl ahiret işlerine yönelmek gerekir…”
Sayfa 114Kitabı okudu
İslâm, insanları dünya ve ahirette saadete erdirecek yegâne dindir, yegâne nizâmdır, hayat şeklidir.
Osmanlı'nın yıkılmasının ardından onun yerine laik bir devlet kuruldu. Kurulan bu devlet, Osmanlı' nın yaptıklarını ters taraftan gördü. Başta Kur'an, onun elifbası, hac ve kadın olmak üzere İslam şeari adına ne varsa kara listeye alındı. Osmanlı'yı ve İslam'ı karalama yarışına girişildi.
964 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.