Aile içinde, en sevgi dolu insanlar arasında, bir yabancıdan da daha yabancı gibi yaşıyorum. Son yıllarda annemle günde ortalama yirmi kelime konuşmadım, babamla hiçbir zaman selamlaşmadan öteye geçmedim. Evli kız kardeşlerimle ve eniştelerimle, kendileri kızmadıkça, hiç konuşmuyorum. Aileyle hayatı paylaşmak konusunda her türlü duygudan yoksunum.
Bu satırları yazan O'nun felsefesinde, dünya karşısında tedirgin, diğerleriyle ahenkli bir beraberlik kuramayan, varoluşunu özgürce inşa edeyim derken, yalnızlığının çaresizliğinde kaybolan bir insan tasviri bulmuştu.
Bana sözlerin ve yargılarınla nasıl bir acı ve utanç verebildiğin konusundaki mutlak duyarsızlığın, benim için daima anlaşılmaz oldu; sanki kendi kudretinin farkında değil gibiydin. Mutlaka ben de pek çok kez sözlerimle kırdım seni, ama ardından hep bilirdim bunu, acı çekerdim, ama o sözü bastırabilmeyi başaramazdım, daha ağzımdan çıkarken pişmanlık duyardım. Ama sen sözlerinle döverdin, kimseye acımazdın, ne söylerken ne de sonrasında, insan senin karşında tamamen savunmasız kalırdı.
Şehirde ise durum değişiktir; herkes kendisinin olduğundan farklı olabileceğine inanır; herkes yüce bir şeylerin peşindedir ve gündelik hayatı yaşamanın nasıl bir yücelik olduğunu anlayamaz.