Asiler dünyaya isyan etmeyi sürdürebilmek için onu aynı şekilde korur, devrimcilerse dünyayı değiştirir, der Sartre. Yumuşak başlı çocuk asi olma tehlikesi taşır; uyumsuz çocuğunsa sürekli bir devrim ve kendini aşma durumunu isteme tehlikesi vardır.
Bu son derece modem hikayede yumuşak başlı çocuk ritüel ve rutin olanı arzular, uyumsuz olansa yeninin yaşatacağı
şok dışında bir şey istemez
(öfke umuttur: olayların farklı olabileceği umudu; hayal kırıklığının değiştirilebileceği umudu).
Önyargı kendini ikili ahlâki ölçütler biçiminde de gösterir. İç grup üyelerinin kendilerine doğal olarak hak gördüğü şey, dış gruptan insanlar için yapıldığında bir lütuf ve iyilik eylemi olacaktır; tersine, iç grup üyeleri söz konusu olduğunda övgüye değer bir fedakârlık eylemi olarak el üstünde tutulan şey, eğer bir dış grup üyesi tarafından yapılmışsa "sıradan insani nezaket" sayılıp önemsiz görülür ya da görmezden gelinir. En önemlisi, kişinin dış grup üyelerine karşı kendi yaptığı kötülükler vicdan ahlâkıyla çelişmeyen şeylermiş gibi görülürken, çok daha az zararlı eylemlerin düşman tarafından yapılması durumunda bu eylemlerin şiddetle mahkûm edilmesi beklenir. Önyargı insanları, dış grubun amaçları söz konusu olduğunda, asla haklı görülmeyecek araçların kendi davalarının yürütülmesinde kullanılmasını onaylamaya iter. Aynı eylemler, hangi tarafın yaptığına bağlı olarak bazen övgüyü bazen de yergiyi hak ederek farklı isimler alır. Özgürlük savaşçıları ve teröristler, protestocular ve baş belaları, devrim ve isyan gibi kavram çiftlerini düşünün. Bu ve benzer kaçamaklar, adaletin haklı olarak ve doğrudan doğruya iç grubun yanında olduğunda -inatla, tekrar tekrar ve temiz bir vicdanla- ısrarlı olmamızı sağlar.
Sanılır ki kitle hareketleri –özel olarak da devrim- ifade, eylem ve vicdan özgürlüğüne kavuşmak isteyen kitlelerin yozlaşmış ve baskıcı bir tiranlığı yıkmak üzere aldığı kararın bir sonucudur; oysa bunlar hâkim düzenle çatışmalarında hareketin düşünsel atalarının çıkardığı gürültü patırtıdan kaynaklanır. Çoğu zaman kitle hareketlerinin, yerini
Eğer ben ve beraberimdekiler, Arap devrimi ve milliyetçi ayaklanmanın bu şekilde sona ereceğini bilseydik hiçbir şekilde devrime karışmaz ve devrim taraftarlarıyla ilişkimizi keserdik. Bugün mukaddes bölgeler ne yazık ki, yağma, hırsızlık, soygun, baskın ve kan dökücülükle geçimini sağlayan bir sülalenin eline geçmiş durumdadır. Etraflarında da, Suriye, Mısır ve Irak’tan gelen beş para etmez kimi insanlar var. Yusuf Yasin (meşhur bir Nusayri), Fuad Hamza (herkesçe bilinen bir Dürzi) ve Hafız Vehbe (Kuveyt’i satan bir tüccar) gibi kişiler siyasetçi ve yönetici olmuşlardır. Oysa bunlar herşeylerini bizim gerçekleştirdiğimiz devrim sayesinde elde ettiler. Allah’tan başka güç kuvvet sahibi yoktur. Allah şahidimizdir ki yaptığımız her işte Arap milletinin iyiliğini düşündük.
Fatma, halife Mervan b. Malik'in kızıydı. O, evlendiğinde babası Şam'ın, Irak'ın, Hicaz'ın, Yemen'in, İran'ın Kafkasya'nın, Kırım'ın, Maveraünnehir'in, Nijer'in; batıda ise Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Filistin ve İspanya'nın sultanıydı. Bu büyük sultanın kızı Fatma, sadece
“… Bir kadını her zaman için yanına ve kendine alan bir erkek aşk mutluluğunun yanı sıra erkeklere özgü başka bir mutluluğu daha yaşar: Tümüyle kendine ait bu varlığı işaret ederek ‘benim’ der. Kadın sayesinde yaşadığı mutluluğun üçlü bir anlamı vardır onun için: Sevebilmek, sorumluluk istemek, hükmedebilmek.”
Varvara irkildi.
“Tanrım, bu ne kibir böyle!” dedi. “Bense kadının erkeğin kraliçesi olduğu varsayımını yeğliyorum.”
“Gördünüz mü, ben daha ötesini söyledim: Kadın erkeğin hüküm sürdüğü ülkesidir,” dedi Erik gülümseyerek, “ bu yüzden erkeğin kadına teslim olduğundan çok kadın erkeğe teslim olur. Böylece erkeğe karşı, çok kahramanca görünebilecek, çok baştan çıkarıcı olabilecek bir isyan, öfke ve devrim duygusu içindedir kadın. Oysa erkek için kendi hâkimiyet alanının sadakatsizce terk edilmesi utanç vericidir.”
Sayfa 106 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
• Allah'ım! Bu ayın sonunda bizi ateşten azad eyle!
• Allah'ım! Orucumuzu, namazımızı ve diğer ibadetlerimizi makbul eyle!
• Ya Rabbi! Bizi Ramazan'a ulaştırdığın gibi Ramazan'ı da isyan ve gafletten uzaklaşmaya vesile kıl!
• Ya Rabbi, reddedilen oruçtan ve kabul olmayan amellerden sana sığınırız.
• Allah'ım! İçimizi ihlasla, amellerimizi de Resulü'ne uymakla güzelleştir.
• Ya Rabbi ! Bizi gaflet uykusundan uyandır , çukurlara yuvarlanmaktan muhafaza et, günahlarımızı affet, orucumuzu makbul eyle!
• Allah'ım! Bu ayın sonunda bizi ateşten azad eyle!
• Allah'ım! Orucumuzu, namazımızı ve diğer ibadetlerimizi makbul eyle!
• Ya Rabbi! Bizi Ramazan'a ulaştırdığın gibi Ramazan'ı da isyan ve gafletten uzaklaşmaya vesile kıl!
• Ya Rabbi, reddedilen oruçtan ve kabul olmayan amellerden sana sığınırız.
• Allah'ım! İçimizi ihlasla, amellerimizi de Resulü'ne uymakla güzelleştir.
• Ya Rabbi! Bizi gaflet uykusundan uyandır, çukurlara yuvarlanmaktan muhafaza et, günahlarımızı affet, orucumuzu makbul eyle!
Erilin gerçekleştirebileceği herhangi bir gerçek toplumsal devrim mümkün değildir çünkü tepedeki eriller statükonun sürmesini ister ve aşağıdaki erillerin bütün istediği yukarıdaki eril olmaktır. Erilin "isyanı" bir maskaralıktan ibarettir; bu erilin, kendi ihtiyaçlarını tatmin etmek için kendi kurduğu "toplum"dur. Nihai olarak, erilin "isyan" ettiği şey eril olmaktır.
İslamın ilk siyasallaşma (yeni) boyutu 1960'ların ortalarında ortaya çıktı ve beklenmedik bir yönden geldi. Demokrat parti ile dini çevreler arasındaki ittifak Sünni grupların bir ittifakı durumundaydı. Bunun sonucunda, Şiiliğe yakın Alevi topluluklar, Osmanlı yönetimi döneminde baskı altında tutulmuş bir azınlık şeklindeki eski statülerini yeniden kendilerine hatırlatan soğuk rüzgarları hissetmeye başladılar. 1960 darbesinin sonuçlarından biri, Aleviler için, 1950'lere nispetle daha hoşgörülü bir ortamın doğması olmuştur. Şimdilerde Aleviler etnik grupların su yüzüne çıkan kendi ayrı kimliklerini farketme ve öne çıkarma yolundaki genel eğilimini paylaşmaktaydılar. Bu eğilim, 1960'ların yükselen hoşgörü ortamıyla birlikte, bir Alevi siyasal partisinin (Birlik Partisi'nin) oluşumuyla sonuçlandı. Parti gerçi seçimlerde başarısız oldu, ama onu oluşturmuş olan enerji, aralarında Türk solunun önemli bir yer tuttuğu başka azınlık gruplarının desteklenmesine yönel(til)di. Öte yandan Türk Marksistlerinin, bazı Alevi temalarını, isyan ve devrim genel tutumları yönünde kullanma yolunda samimi olmayan bir girişimi vardı. Böylece Alevi dini muhalefeti, radikalizm ile azınlık grupların desteklenmesinden oluşan belirsiz bir karışım halini aldı.
Eğer zaman zaman bilgisayar mouse'uyla, alışveriş arabası ve açılmamış paketlerle boğuşurken hiddet duymazsak, o zaman devrim yapamaz ve isyan çıkaramayız.
1960'lar-'70'ler dönümünün yıldızı Seyyid Kutub ise, 1970'ler-'80'ler dönümününki Ali Şeriati (1933-1977) oldu. Eserleri art arda çevrilen İranlı düşünürü cazip kılan bir etken, İslam'ın "donuklaşmışlığına" mukabil "yeni ve dinamik ruhlu" olduğunu teslim ettiği Batı düşüncesine duhulü ve özellikle sosyalizmi basitçe batıllığı veya materyalizmi nedeniyle reddetmekle yetinmeyip onu kendi sorunsalı içinde sorgulamasıydı. "Devrim" kavramına olumlu ve İslami bir anlam yüklüyordu. Sosyalizmin rüzgarını çalıyordu, deyim yerindeyse. Bin defa sorulmuş "Nasıl?" sorusuna karşı hep ihmal edilen "Neden?" sorusunu sormaya çağırıyordu. Bir konferansının girizgahında söylediği ünlü "Ben sizi rahatsız etmeye geldim!" sözü, onun eleştirel tavrını özetler. Dinin "fakirliğin bekçisi" kılınmasına isyan ediyor; Sahabe'den Ebuzer'in "Evinde yiyecek bir şeyi olmadığı halde kılıcını çekmeye şaşarım! " sözünü güncelleştiriyor, dahası Ebuzer'i "dinin insan şekline bürünmüş hali" mertebesine çıkarıyordu.