"Lütfen bana, romanların edebiyatın en adi biçimi olduğunu savunan muhafazakâr görüşte olduğunuzu söylemeyin."
"Tam tersi. Ben de tutkulu bir roman okuruyumdur. Ama bu merakımı paylaşan pek az hanım tanıyorum."
Ne haksızlık. Erkekler bir meslek seçebiliyor ve çok çalışıp refah ve saygı kazanabiliyor, bizse tamamen muhtaç, evde oturmaya zorlanıyoruz. Bu çok onur kırıcı.
Bay Ahsford döndü ve bana bakışını nasıl tanımlasam? Öyle sıcak, öyle duygu doluydu ki, ayrıldıkları akşam Romeo'nun Juliet'e balkondaki bakışının aynı gibi göründü bana.
"Yarın görüşürüz o zaman,?" dedi.
"Yarın görüşürüz," diye yanıtladım.
"Bence Lyme hiç de Dorset kıyısına ait değil," dedim, yanaklarımı serinleten taze esintiden keyiflenerek.
"Lütfen söyle o zaman, nereye ait?" diye sordu Henry.
"Bana cennetin bir uzantısı gibi geliyor."
Ama hayatımda hiçbir şey için asla mükemmel zaman ya da yer olmadığını gördüm. Yapmak istediğimiz ya da yapmaya korktuğumuz şeyi ertelemek için her zaman bir sebep buluruz; yarına kadar, haftaya, gelecek aya, gelecek yıla kadar…
Ta ki sonunda hiçbir şeyi tamamlamayıncaya kadar.
Zekice yazılmış, bir Jane Austen hayranı olarak beni kandırmayı başarmış bir roman. Eğer yazarın sondaki dürüst notu olmasa tüm kitabın Jane'in elinden çıktığına inanmak çok kolay.
Jane'in aşk hayatıyla ilgili Tom Lefroy'dan öteye gitmeyen bilgilerimize yenilerinin eklenmesini öyle çok istiyoruz ki bir Frederick Ashford'ın varlığına inanmak bizi mest etti, kurgu olduğunu bile bile.
Üslubu, mizahı, gözlemleri ve karakterleri ile tam Jane'in yazacağı türde bir Hatırat. Romanlarını yazarken küçüğünden büyüğüne esinlendiği birçok olayı görmek, ezbere bildiğimiz eserlerine birden çok kez göz kırpmak...
İyi ki okumuşum!
"Kitaplarımdaki insanlar konusunda, amacım yaratmak; taklit etmek değil. Öyle yapmadığımı tanimladığım insanların kitabı okuyunca kendilerini tanıdıklarını bir düşün."
"Bence insanlar senin sandığın kadar gücenmezler, Jane. Aslında kendilerini senin kitaplarından birinde bulmaktan gurur duyarlar."