Aşk önünde insan ister hükümdar, ister çoban olsun derece derece zaafını duyuyor. Zaten sevmek biraz da insanın gönül kuvveti önünde kendinden geçmesi, kendini kaybetmesi demek değil midir?
Atatürk toplum hesaplaşmasında, içinde göründüğü bütün olayların üstünden bakar olur. Dikeni çalısı ayağınızı yalayarak indirdiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığınızda onun ancak yüceliği altında ezilirsiniz.
Her insanın hayatı inişli yokuşlu bir çizgidir ve her akıllı adam kendini frenle idare eder; fakat ben patron, değerim buradadır; frenimi çoktan attım, çünkü karamboller beni korkutmuyor; biz işçiler yoldan çıkmaya karambol deriz.
Kendimi mutluluğa kaptıramıyorum. Korkuyorum mutluluktan. Mutluluk her an sona erecekmiş gibi geliyor bana. İçimde hep o “her an sona erebilir “ hissi vardır.
Savaş benim tarih kitabım.Yalnızlığım… Çocukluğum farkına varamadan geçti gitti, hayatımdan yitti. Çocukluğu olmayan biriyim ben, çocukluk yıllarım yerine savaş var hayatımda.
Bir mutluluğu yaşarken onu kavramamız zordur; ancak o geçip de arkamıza baktığımız zaman, birdenbire biraz da hayranlıkla, ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız.
Bazen bir sevgili için her şey bırakılır yüzbaşım. İnsan bir öfke anında arkadaşını, bir buhran dakikasında kendisini öldürebildiği gibi, aşk denen hastalığın şiddetlendiği bir sırada da istikbalini, hâlini, mazisini, her şeyini feda edebilir.
Bir bakıma göre dünya zevk arayan insanlarla doludur ve askerler de zevk peşindedir. Ancak askerlerinki aşağılık zevkler değil, fedakarlık etme, bir fikir uğruna can verme zevkidir. Hepsi de zevktir diye asil zevklerle adi zevkleri birbirine karıştırmayınız…