İnsanın bilgi birikiminin bu kadar büyük bir hacme ulaşabileceği hiç aklına gelmemişti. Korktu. Beyni bu kadar bilgiyi alabilir miydi? Ama sonra bunu becermiş olan bir sürü insan olduğu aklına gelince tutkulu, büyük bir yemin etti fısıltıyla, onların yaptığını kendisinin de başaracağına ant içti.
Hayatı boyunca sevgi açlığı çekmişti. Sevgiye hasretti. Varoluşunun temel talebiydi sevgi. Ama hiç sevgi görmemiş ve zaman içinde katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu fark etmemişti bile. Şimdi de bilmiyordu bunu. Sadece sevginin nasıl ifade edildiğini görmüş, yüreği hoplamış ve ne kadar güzel, yüce ve muhteşem bir şey olduğunu düşünmüştü.
İnsan onuruyla kaybettikçe büyür çünkü kaybetmek kendini kazanmanın ilk şartıdır.
Onursuzca kazananlarsa çok daha büyük yıkımların sadece bir adım uzağındadır.
Bu ilk değil, son da olmayacak. Bugüne kadar olduğu gibi yine atlatacaksın. Yeni zorluklar da gelecek, onları da aşacaksın. Her düşüşten bir yara izi alacaksın. O yaralara iyi bak, kim olduğunu hatırlayacaksın.
Yoracak belki ama geçecek.
Ben yalnızlığımı kucaklayamıyordum, onunla yüzleşemiyor, baş başa kalamıyordum. İhtiyaç duyduğum şey onun sevgisi değildi aslında, onun varlığı sayesinde yalnızlıktan kurtulmaktı, o korkunun girdaplarında boğulmamaktı.
Vazgeçmeden önce kendime kızdım biraz. Kendime kızmaktan da vazgeçtim, ondan sonra vazgeçtim. Senden. Sesimi duyuramadığım herkesten. Kurmaya çalıştığım köprülerden. Hepsinden, hepinizden...
Vazgeçtim...
Israrla çalan telefona kayıtsız kalamayıp açtım.
"Vazgeç," dedim, "ben vazgeçtim. Sen de geç."
"Geldim," dedi, "o köprüye geldim."
"Boş ver," dedim, "köprü yıkıldı, boş ver."
Birine doğru yürüyüp varamadıkça kendine dönüyorsun en sonunda çünkü varamadın. Varsaydın orada kalırdın, ama o istemedi. Yolun herhangi bir yerinde seninle kesişmek, buluşmak ve orada kalmak istemedi. Sen hep yürüdün. Ona doğru yürüdün. Yürüdükçe gerçeği gördün, kendine döndün. Kendine döndükten sonra ona tekrar gitmek zor. Kendine dönerken o köprüleri yıktın.