Muhterem vatandaşlar!.. Bugün (çatal bı- çak sesleri) açılış törenini yaptığımız Tezgâhtara- ğa Elektrik santralımızın dördüncü kazanının ye- rine konması münasebetiyle, hepinizi tebrik ede- rim. Bu kazanı, Amerikadan hiçbir yardım gör- meden, kendi kendimize yerine koyduk. Macar millî takımının 3 — 1 yenen azmimiz, enerjimiz,
"Dema bavê min hîn sax bû Şevek ez çûm cem, dil bi pirs bû Min got bavo xelk dibên hûn mihacir in Bê ax û qad û bê mal in Ka metên me, pismamên me Ka rez û dehl û darên me Radimûsim herdû destên te Qey tune bû sêv û gêlasên me..."
Reklam
Ibn Cerir, el-Umevi el-Meğûzî de, el-Hilai Fevaid'de, Hakim ve İbn Merdûye zayıf isnadla, Abdullah b. Sa'd'dan, Sunâbihî'nin şöyle dediğini bildirir: Muaviye b. Ebi Süfyan'ın meclisindeyken, oradakiler, kurban olanın Hz. İsmail mi yoksa Hz. İshak mı olduğunu tartıştılar. Muaviye dedi ki: Bu işi bilenin yanına düştünüz.
Sayfa 408 - Ocak Yayıncılık 1.baskı Kasım 2012 istanbulKitabı okuyor
Yaşadığımız çağ bizi 'fazla, daha da fazla' tutkusuyla ölçülerin aşıldığı bir hayata sürüklerken, yaşadığımız kâinat ise, her karesinde ve her keresinde, 'kıvam'ı fısıldıyor. Kâinatta bir eksiklik ve noksanlık göremiyoruz, doğru; ama bir fazlalık da görünmüyor. Herşey, bir 'kıvam' halinde; belli bir ölçü, takdir, mizan üzere var ediliyor. Ne insanın veya kuşların iki bacağı 'eksiklik,' ne de örümceğin sekiz yahut kırkayağın kırk bacağı 'fazlalık' arzediyor. "Daha fazla bacağı var” diye ne ka- rınca örümceğe, ne örümcek kırkayağa özeniyor. Zira, her bir şeye ona lâyık ve münasip olan; onun görevine, konumuna ve ihtiyacına denk düşen veriliyor. Ne daha azı, ne de fazlası; kıvam hali veriliyor
Şehirlerden sürülen bu insanlar, önce şehrin banliyölerine sığınırlar. Ama polis İstihbaratı onları bulup ortaya çıkarır ve şehirleri toptan terk etmeye, siyasal eylem arenasından uzak­ laşmaya zorlar. Kıra ve dağlara, köylü yığınlara doğru çekilir­ ler. Başta köylüler onları aralarına alır ve İnsan avından ko­ rur. Şehir merkezlerinde polisle saklambaç oynamak yerine kaderini köylü yığınların eline bırakmaya karar veren milli­ yetçi militan bundan asla pişman olmayacaktır. Köylülerin pelerini hayal bile etmediği bir yumuşaklık ve güçle onu sa­ rar. Aslında kendi ülkelerinde sürgün edilmiş ve ulus ve po­ litik mücadele kavramını şekillendirdikleri şehir ortamından koparılmış bu insanlar gerillanın yolunu seçerler. Polisten kaçmak İçin sürekli oradan oraya hareket etmek zorunda ka­ lan, dikkat çekmemek İçin gece yürüyen bu militanlar ülkele­ rini dolaşmak ve tanımak için fırsat bulurlar. Kafeler, bir son­ raki seçimlere ya da falanca polisin zalimliği üzerine tartışma­ lar geride kalır. Kulakları ülkenin gerçek sesini duyar, gözle­ ri halkın büyük ve sonsuz yoksulluğunu görür. Sömürge reji­ mi üzerine yararsız yorumlarla çok değerli zamanın harcandı­ ğını kavrarlar. En sonunda değişimin reform ve iyileştirme anlamına gelmediğini anlarlar. Şehirlerdeki siyasal huzursuz­ luğun her zaman sömürge rejimi değiştiremeyecek ve devire- meyecek kadar güçsüz olacağı daima musallat bir şaşkınlıkta kafalarına dank eder
ömrümde gördüğüm en güzel yüz bir gazete satıcıslnın yüzüydü, Beverly ile Vermont kavşağında standı olan yaşlı adamdan söz ediyorum, yüzüne bakınca ona o ismi neden taktıklarını anlıyordunuz: Kurbağa Adam. sık sık oradan geçerdim, ama pek konuşmazdık ve bir gün ölüverdi Kurbağa Adam ama onu hep hatırlayacağım; bir gece civardaki barlardan birinden ç�kmıştım, o standındaydı ve bana ba k ıp, "sen ve ben, aynı şeyleri biliyoruz," dedi. başımı sallayıp iki baş parmağımı yukarı doğru kaldırdım, o koca Kurbağa kafasını ayışığında yukarı kaldırıp o güne kadar duyduğum en korkunç ve sahici ka h k aha ile gülmeye . başladı. ne yüzler, gelip geçtiler.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.