Geceleri tek tük yanarken ışıklar, kimi evine çekilmiştir, kimi evinin yolunu arar. Kiminin ise ne bir evi, ne de onu evinde karşılayanı olmaz. Birbirine komşu yerlerde birbirine yabancıdır insanlar. Kah bir markette karşılaşılır, kah hiç gözgöze gelinmek istenilmeyen bir sokağın köşesinde. Safi adet yerini bulsun diye geçiştirilen selamlar,
"Hayalperestleri, peygamberleri ve sürgünleri vaat edilmiş topraklara dönerek, orada geleceğin Tapınağı figürünü inşa etme fikri her zaman motive etmiştir. Yüzyıllar boyunca, Tapınağı yeniden inşa etmek, spiritüel idealizmin çağrısı olarak, gerçek bir tapınak inşa etmekten daha baskın bir ilham ola gelmiştir. Mukaddes kitapların Tapınağın yeniden inşasına yönelik bu esin dolu çağrıları, aslında kaderin en yüksek ifadesi, umut ve spiritüel değişim için taleplerdir."
Çoğu insan yaptıkları iş onları mutlu etmese bile her zaman yaptıkları işi yapmaya devam edip dururlar. İçlerinin derinliklerindeki istekleri dinlemeyi kendilerine yasaklarlar çünkü bunların kendilerini hiçbir yere götürmeyeceğine inanmışlardır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Misyonumuzun yolunda ilerleyebilmek için izlememiz gereken rota toplumun içimizde uyandırdığı yüzeysel arzular değil, derindeki isteklerimizdir. Bu istekler aracılığıyla aslında ruhumuz bize işaret göndermekte bizi yolumuza doğru çekmektedir. Kaderin üstü örtülü bir çağrısı.
"Zavallı insan, bu kaçışı bir çare sanır. Kaçtığı kaderdir, o ise bunun farkında bile
değildir. O, kaçtığı kaderin, ardından koşup alıcı kuşlar gibi, kendisini daha bir şiddetle yakalayıp yere vuracağının farkında bile degildir."
Er ya da geç bir şey bizi belirli bir yola çağırır gibi görünüyor.
Bu "bir şeyi" çocukluğunuzdaki bir işaret gibi anımsayabilirsiniz; beklenmedik bir dürtü, bir hayranlık, olayların gidişinde bir belirti gibi algılanacak tuhaf bir değişiklik, bunu yapmak zorundayım, ben buna sahip olmalıyım duygusu vermiştir. Ben buyum ... Eğer bu
#ölütanrınınşarkısı
-DİLARA ÖZÇELİK
“Ve öldürdü onu güneş bir kez daha düşünmeden, sağladı hançerini tam göğsüne. Haykırdı Tanrı öfkeyle, neden diye. Yükseldi Apollon’un öfkesi Rae’nin üzerinde, cevap verdi ona ben yaşayayım diye…”
Bazı hikayeler yazıya dökülmez. Onların kulaktan kulağa dolanmaları, dillere pelesenk olmaları gerekir. Bazı
Sessizce ona baktım. Kedim Çıkın ne kadar tanrılığa yakınsa o da o kadar tanrıydı. Ama tanrılar bile, doğarken kaderin onlara ne getireceğini bilemezdi. Tanrılık çağrısı aldığımda, çocuklar hayatı öğrenirken ben amacımı öğrenmek zorunda kalmıştım.
Bu oğlan Son Yıldız'sa, bir nişansa karanlığa, ışığıyla beni Yıkıcı'ya ve dünyanın sonuna götürecekti...
O bilmese de.
Grado Pineta, 13 Mayıs 1995
Bu mektup eline geçer mi bilmiyorum ama olur da okursan, bu demektir ki ben artık bu dünyada bulunmuyorum.Duygusallıklardan ne kadar nefret ettiğimi bilirsin, gene de bu satırlan yazmadan edemedim.Sen umulmayandın.
Korkulan ve umulmayan.
Günlerimin sonuna yetiştin ve ince (ve çok güçlü) kökleriyle bütün çevresini ele
Düşüncelerimize tanrının yerleşmemesine çaba gösterelim; şüphelerimize sahip çıkalım; denge görünümleri ve mündemiç kaderin çağrısı, bütün keyfî ve acayip özlemler, bükülmez hakikatlerden daha tercih edilir olduğu için...
Kimsesiz bir cenaze gibi duruyoruz insanın kıyısında
yorgunum, başkaları adına
utanmak zorunda kaldığım bu çağda
can çekişiyor merhamet, etkileşim kuyusunda
Çünkü beni yıldıran bu dünya uykusunda
betonun karşısında eğilmeyiş ve toz duman
dünya kayıp gitti ayaklarımız altından.
Memurlukla kutsanmış şehrin azizleri
daha fazlasına sahip olmanın
DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR
(Neffâsâti fi’l-u’gad)
Bu incelemede gazeteci ve edebiyatçı Ece Temelkuran’ın 2013 yılı Şubat ayı içerisinde yayınlanan Düğümlere Üfleyen Kadınlar adlı romanını tanıtmaya çalışacak ve Yazar için bir ‘çıkış’ (sona varma, ışığı görme anlamında) romanı olma özelliği taşıdığına inandığımız kitapta dayanak (nirengi) noktası