Sonra, kehanetimsi bir ışıltının arasından, uçsuz bucaksız bir iblis toplumunu esir almış düzensizliği ve galeyanı görür gibi oldum. Doğaüstü bir mekânda Tarih'te yaşananları aktaran bir komedya sahneleniyordu gözlerimin önünde. Savaşlar, hizipler, zaferler, nefret törenleri, idamlar, isyanlar, gücün dolaylarında yükselen trajediler!... Skandalların, palazlanan yahut çöken servet krallıklarının, komploların ve baskınların gürültüsü sarmıştı bu Cumhuriyeti'i. Meclis oylamaları, önemsiz taç giymeler sözcüklerle yapılan suikastlar vardı. Soygunlara değinmeye bile değmez. Bu ''entelektüel'' topluluğun, emsallerinden bir farkı yoktu. Bağnazlar, spekülatörler, fahişeler, kafirlere benzeyen müminler ve mümin geçinen kafirler yerlerini almışlardı; ahmak taklidi yapana da, gerçekten ahmak olana da rastlamak mümkündü; muktedirler, anarşistler, kılıçlarından mürekkep damlayan cellatları seçebiliyordum. Bazısı kendini rahip, bazısı Papa, bazısıysa peygamber, Sezar ya da şehit zannediyordu; her birinden biraz olduğunu zanneden de yok değildi. Birçoklarıysa kendilerini çocuk ya da kadın sanıyor, hareketlerine vardırıncaya dek buna inanıyorlardı. En gülünç olanları, kendilerini, kendi başlarına, kabilelerinin yargıcı ya da adalet bekçisi ilan etmiş olanlardı. Yargılarımızın bizi yargıladığından şüphe duymamızı gerektirecek hiçbir sebep yoktu ortada ve hiçbir şeye, zayıflıklarımızı, bizden sonra gelene hitap ederkenki tavrımızdan daha ustalıkla ifşa etmiyor, gözlerimizin önüne sermiyordu. En ufak hatanın, sahibinin karakterine yorulabileceği tehlikeli bir sanattır bu.