Derken öğle oldu, kalabalığın en yoğun olduğu saatti, birden tüm geniş ve dar sokaklardan, merdivenlerden, avlulardan bir insan seli bulvara akın etti. … Büyükşehirin görülmeyen, yeraltındaki insanları çok uzun süredir boğucu odalarında oturmuşlardı, şimdi ise bacaklarını hareket ettirebiliyor, koşuşturuyorlardı; kuşlar gibi cıvıl cıvıllardı, dışarının havasını içlerine çekip, sigara dumanıyla geri üflüyorlar, bir oraya bir buraya koşturup duruyorlardı, bir saat boyunca caddeler onların varlığıyla hayat bulmuştu. Çünkü sadece bir saat zamanları vardı, sonra yine kapalı pencerelerin arkasındaki işlerine dönecekler, tornaların, dikişlerin başına geçecekler, daktilolarını tıklatacaklar, rakam sütunlarını toplayacaklar ya da baskı yapacaklar, biçip dikecekler, kunduraları hazırlayacaklardı. Kasları bunun farkındaydı, vücutlarındaki tüm eklemler bunu biliyordu, bu nedenle keyifle gevşiyorlardı, mutlu ve güçlüydüler, ruhları da bunu biliyordu, bu yüzden bu kısacık saatin keyfini çıkarıyorlardı, büyük bir merakla aydınlığı ve neşeyi yokluyor ve arıyorlardı; her şeyden mutlu oluyorlar, doğru bir söz, çarçabuk yapılan bir şaka onları memnun ediyordu.