Kupa Meyhanesi’nde tek bir müşteri vardı:
Devlet güvenlik örgütünde görevli sivil polis Bretschneider.
Meyhaneci Palivets bardakları yıkıyor, Bretschneider de onu kapana
kıstırmaya çalışıyordu, ama boşuna. Palivets, ağzı bozuğun tekiydi.
“Göt”ten, “bok”tan, “sıçmak”tan başka laf bilmezdi.
Ama aslında mürekkep yalamış adamdı;
önüne
Arkadaş arasında yapılan kitap sohbetlerinde övgüyle bahsedilen bir kitap olması bende yüksek bir beklenti oluşturdu. Daha önce yazarın kitaplarından (Kafası Kıyak) birini okumuştum ve beğenmemiştim. Kitap beklentimi karşılamadı.
Puanımdan da belli olacağı üzere, kitabı beğenmedim. Biraz farklı, belki biraz da ciddiyetsiz olarak algılanabilecek bir inceleme yapacağım, bu hakkı kendimde buluyorum, şimdiden teşekkürler.
Adım adım gidelim. Bir kere yazarın kafası karışmış ya da baskıda bir hata olmuş. Adam kaynanasının evine gidiyor, geri kendi mahallesine dönüyor falan.
Kitap ara dönemime denk geldiği için okuyamadım ve uzadı gitti. Nihayet bitirdim. Okuma tembelliğine soktu beni .bı kitabi bitirmedende diğerine başlamak istemedim. Konuya gelecek olursak güzel bı üniversite macerasiyla başlayan kitap bam güm diye bitiyor yer yer komikti ,biraz aşk ,biraz piçlik harmanlanmışti. Tek hamlede okuyabilseydim daha güzel gelirdi . Tavsiye edermiyim,elinizde varsa zaman öldürmek için anca okunur.
Yağmurlu bir kış akşamıydı sanki,
Bana baktığında, Dolardı gözleri.
Susardı saatlerce, Bakardım özlemiyle.
Uyurdum bende, Sürekli dizlerinde.
Hatırladın mı şimdi, Bitmeyen sevgimi.
Şu cadde, O sokak, Bu semtte bizimdi.
Kafası kıyak park, Ben senle güzeldim.
Sarhoşluk hoşmuş, Kokunla gülerdim.
" Bir yazarın hayatı, iyi bir hayattır. Biraz yanlızdır belki, rüyalarla yıkanmış bir iç dünyası vardır, sen yazarken arkadaşların hayatlarını yaşarlar. Evde, kafede, taraçalarda, yürürken, sahilde, yazmak yazmak hep yazmak. Sessizlik para etmez. Düşünceler para etmez. Sözcükler. Her şey sözcüklerdedir. Kağıtta. Mürekkeple, kurşun kalemle ya da daktiloyla onları kâğıda dökmek zorundasın. Bir öykü ya da romanın espirisi birçok sözcükten oluşmasıdır - birbiri ardına fikirler belki, hareketler, karakterler, konu, ama illa ki sözcükler. Onlardan bir kaçını kâğıda dökene kadar hiç yol katetmemişsindir. Bazen tıkanırsın. Yazarlar tıkanır. Hiç sözcük gelmez. Kabızlık. Gitmek istersin ama gidemezsin. Oturur ve homurdanırsın. Homurdanır ve oturursun. Çıkmazlar. Yaratıcı bir müshil bulman gerekir. Hemingway de tıkanırdı. Bundan kurtulmak için köpekbalıklarıyla güreşirdi. Faulkner tıkanırdı. Kendini içinde içki olmayan bir odaya kilitler, anahtarı arkadaşına verirdi. Kapının altından beş sayfa atana kadar içki yok. Bu iyi bir müshil. Bazı en iyi beş sayfalarını bu şekilde yazdı. Coleridge tıkanırdı. Uykuya dalıp rüya görmeyi beklerdi. Platon tıkanırdı. Eski pazar yerine gider, oraya giden Sokrates'i bulur, sonra fırlayıp evine dönerdi. Melville tıkanırdı. Bundan kurtulmak için üç yıl boyunca teknelere otostopla dünyayı gezerdi. Yaşlı Phil Roth tıkanırdı. Annesine mastürbasyon yaptırırdı. Tanrı bile tıkandı. Neredeyse iki bin yıldır ne birşey yazdı ne de yayınladı.
Oynat istersen yerinden hatta bir zerreyi,
Seyreyle cümle âlemi sarsacak zelzeleyi,
Hepsi olmuş sarhoş, hepsinin kafası kıyak,
İmkân sınırının dışına atamaz bir zerre ayak.
Bukowski'nin Hemingway'le ne alıp veremediği var acaba, merak ediyorum? Okuduğum ya da incelediğim kitaplarında hep Hemingway'e bi gönderme var. Kafası çok kıyak ama Bukowski'nin... ;)