Beni, önce binlerce lütuf ile okşadı. Sonra tutup binlerce kahır ile binlerce dertle beni eritti. Benimle, sevgisinin zarı gibi oynuyordu. Ben, benliğimden geçip o olunca, beni bırakıp gitti.
Ne toprağımda bir yudum su kaldı.
Ne de fezaya yükselen hayallerimde ümit vardı.
Gösterin bana, hani nerde o cıvıl cıvıl çocuklarım?
Nerde o savaş uçağı, silah sesi bilmeyen kulaklarım!
Acaba yaşadıkları his kaybı mıydı bu sesi çıkmayan vicdanların?
Yoksa doymayan benliliğiyle aç gözlülük yapmaları mıydı düşmanların?
Lanetler okunası suretler vardı o duvarlarda.
Vahşetin baba ocağıydı gördüğüm bu bulvarlarda.
Ninni sesi nedir işitemeyen kulakların habercisiyim ben.
Ne kadar haykırayım ben daha kahır dolu kelamlarla.
S. K.
Kahır ve üzüntü, insanın kendi varoluş alanını daraltabilmesini ve dolayısıyla sorumluluklarını azaltabilmesini sağlar. Böyle bir insan, bir yandan kendini ezdirirken, öte yandan bu nedenle çevresini suçlar. Tüm davranışları acılarının çevresinde örgütlenmiştir. Bu duyguların içinde kendi benliğini yitirdikçe, çevresindeki insanların kendisine layık olduğu şeyleri vermedikleri yakınmaları da artar. Böyle biri için mutlu bir olay ve iyimserlik ürkütücüdür. Çünkü bu duyguların insanı nereye götürebileceği belirsizdir. Oysa acının sınırları bellidir ve diğer insanlarla ilişkinin sürdürebilmesini sağlar.