Haydi hep beraber içelim şu köpüksüz birayı! Ama ya garson, işte onun ağzı gerçekten leş gibi kokar yapay korunun altında. Ayrıca, paranın üstünü getirirken verdiği bozuklukların içinde pek acayip olanları vardır, hatta haftalarca incelemekten bıkmayacağınız kadar gülünçtürler ve tabii bir başkasına kakalamakta da epey zorlanırsınız, o da ancak sadaka dağıtırken. Bayram dedik ya! Eğlendirici olmak gerek elden geldiği sürece, yani açlıkla kodes arasında, her şeyi oluruna bırakmalı. Mademki oturacak yer bulduk, hemen şikâyete başlamanın âlemi yok. Hiç yoktan iyidir. Oydu işte, onu yine gördüm, “Uluslar Atış Standı”, hani bir zamanlar Saint-Cloud parkının patikalarında Lola’nın dikkatini çekmiş olan, nice yıllar geçmişti üstünden. Bayramyerlerinde gerilerden gelen her şey yeniden karşısına çıkabiliyor insanın, neşeli geğirtilerdir bayramlar. O zamandan bu yana kalabalıklar yeniden Saint-Cloud’nun anayoluna geri dönüp dolaşmaya başlamıştır herhalde... Gezmeye çıkanlar. Savaş tümüyle geride kalmıştı artık. Sahi, Atış Standı’nın sahibi hâlâ aynı kişi miydi acaba? Savaştan sağ salim dönebildi mi ki o? Her şey ilgimi çekiyordu. Görünce hedefleri tanıdım, ama artık aynı zamanda tayyarelerin üstüne de ateş ediliyordu. Yenilik. Gelişim. Moda. Düğün alayı hâlâ orada duruyordu, askerler de, hatta bayrağıyla birlikte belediye de. Yani her şey. Üstelik eskisine kıyasla üzerine ateş edilebilecek çok daha fazla şey vardı artık.