Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar. Bize neler yasak, şunlar bunlar. İşte bu yasakları, bu haramları televizyonun bizim hanemizin içine kadar getirir her çeşidini, barını, umumhanesini, meyhanesini ve biz oturur Müslümanlığımızla, karımız kızımızla onu seyrederiz. Ve sonra deriz ki, nasıl oluyor da mukaddesâtımız elden giderken, bize vururlarken ses etmez, vurana vurmayız.
Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda değil cihat etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?
Hepimizin aramızda rahat ve huzur içinde yaşattığımız birtakım insanların, fırsat bulunca nasıl birer yılan kesilerek, kanımızı emmek düşüncesinde olduğunu iyice bilip, daima ihtiyatlı ve uyanık bulunmamız gerektiğini unutmamamız da gerektir. Bu unutmamak lüzumu yalnız bizim için değil, bütün İslam alemi için böyledir. Bu alem, bunu unuttuğu içindir ki, bugün Filistin’deki içinden çıkılmaz durum karşısında kalmış değil midir? Evet, bu unutulmamış olsaydı, Filistin bir Yahudi yurdu haline gelebilir miydi?
Onlar, yaşadıkları sürece, bir kuytuda bitmiş som mavi bir çiçeğe dokunmaya kıyamadan, gözleriyle olsun bir kezcik hiç okşamışlar mıdır, iliklerine kadar sevinçten titreyip, iliklerine kadar bir mavi sevince kesmişler midir? Bir yağmur yeli sonrası, inen iri damlalar dünyayı toprak kokusuna boğmuşken, içleri pır pırr ederek, derin derin bu dünyanın güzel kokusunu ciğerlerinin köküne kadar içlerine çekmiş, şu dünyaya, doğacak güne, toprağı yaran filize, açtı açacak tomurcuğa, bir çocuğun kapıp koyverdiği gülüşüne hayran kalmış, yaşama bir kez minnet duymuş, çok şükür dünyaya gelişimize, demişler midir?
şimdi durduğumuz yer
geçmişimiz midir?
ve akşam dediğimiz kim?
Zaman'ın sürüleri geçtiler
gecikmiş, geç kalmış, kaç geçe
geçtiler, işte ben . . . 'o kimdi?'yim .
Bağdat'a Rum diyarından bir Dehrî gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile münazaralara girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu Dehri karşısında aciz kalıp sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, ben de gidip münazarada cevap veremeyip aciz kalırsam cahiller arasında İslâm
Ahmet Emin Yalman ayağa kalktı:
- Aziz Beşerî Şef! Ulu insanlık önderim! İnsanoğlunun kemale ermesi hayali, sizin çağınızda ve sayenizde gerçek olacaktır. Artık siz bir Beşerî Şefsiniz! Beşerî Şefin saltanat ettiği, yani idare ettiği bir ülkeye Türkiye demek biraz irticaî bir düşünce gibime geliyor. Türk nedir? Beşeriyet içinde küçük bir parça... Sonra acaba Türk var mıdır? Türk kalmış mıdır? Vaktiyle bir Türk ırkı varmış. Fakat zamanla bu ırk, ötekine berikine saldırarak ve başka ırklarla karışarak yok olup gitmiş... Beşeriyetin bir parçasına Türk demek, Türk ırkçılığı yapmak ve faşizmi hortlatmaktır ki, buna ne Amerika, ne İngiltere, ne İsrail, ne Rusya, ne de diğer devletler razı olamazlar. Zaten insanların bir kökten geldiğini en eski ve en yüksek kitap olan Tevrat yazmıyor mu? Memleketimize Türkiye demek, Rum, Ermeni, Yahudi, Zenci, Çingene ve başka köklerden gelen yurttaşlarımızı incitir, millî birliği bozar. Onun için bu ismin değiştirilerek Beşeristan denilmesini teklif ediyorum!
Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda değil cihat etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?
Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir müslümanda değil cihad etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?