ÇÖL Gobi'de hayata çok önem verilmezdi. Rüzgarın süpürdüğü, bulutlara kadar uzanan yüksek yaylalar. .. Güney taraflarına giden göçmen kuşların ziyaret ettiği, kenarı sazlıklı göller. .. Bu geniş alanın bütün şeytanları tarafından ziyaret edilen heybetli Baykal Gölü ... Kış ortalarının aydınlık gecelerinde, ufkun üzerinde alçalan, yükselen kutup
Artık çok yoruldum.Her gece yatağa bir daha uyanmama dileğiyle giriyorum.Bir daha uyanmama umuduyla.Ve her sabah gözlerimi açtığımda tek hissettiğim hayal kırıklığı oluyor.İnsanlar hayatı sürdürmenin çok zor bir şey olduğunu düşünüyorlar.Ama biliyor musun,aslında kolay kısım o.Zor olan ölümdür.
Üç bölüm, üç acı. Ağır, mutlu sonla bitmeyen bir hikaye. Bozkırda, Isık Gölde, Mujunkum’ da geçen kurtların, insanların hikayesi. Akbar, Abdias ve Boston’un yaşadıklarını anlatıyor. Akbar yavrularına ve eşine bağlı bir anne. Bazen yavruların çektiklerini dinliyorsunuz bazen ise abdiasın Tanrıyla, papazla, kaderle, hayatla olan çekişmesini. Kader diyor, kadere inanıyor. Son bölüm...son bölüm de iyiler de var kötüler de, dünya resmen ikiye ayrılıyor, insanlar kendi aralarında günahlarına göre tasnif ediliyor. Boston’un iyi bir insan olmasıyla başlayıp hayatının namlunun ucunda devam etmesiyle, Akbar ile arasında geçen mücadeleyle devam ediyor. Hayat iyi bir insan olsa da insanların son raddeye geldiği zaman sınırlarını aşabileceğini gösteriyor ona ve bambaşka bir insan oluyor. Namlunun ucunda kan oluyor, dünya dönüyor ve Isık göl bir anda kan gölü oluveriyor. 3 ayrı hikayeyi şöyle sonlandırıyor Aytmatov: “Yaşamak arzusu doğup doğup ölüyordu içinde...” çünkü yaşamak artık onun için bir alev alev olmuş cehenneme dönüşüyor. Pişmanlık da, intikam da, iyilikte içinde bir dünya oluyor.
Karanlığın içine hapsolmuştu,tabut gibi bir yerdeydi.Su, kafasının üzerine geçip burun deliklerini doldurmadan önce derin bir nefes almaya vakti yoktu. O son nefese tutunmaya çabalarken ciğerleri acıdı.
Resim
Resim sanatına o kadar ket vurmadılar. Geleneksel olarak yine bilgin seçkinlerin konusu olan resmi Kubilay ve yanındaki Moğollar daha kolay anlıyorlardı, çünkü onu takdir edebilmeleri için dil gibi büyük bir engeli aşmaları gerekmiyordu. Kağanın gösteriş merakı da görsel sunumlara daha çok duyarlı olmalarına neden oluyordu. Kubilay,