Unutmaktan neden bu kadar korktuğumu da hiçbir zaman bilemedim. Oysa şimdi anlıyorum ki, unutmak insana verilen en büyük nimetlerden. Bazı anılarla yaşayamaz çünkü insan.
Toksik ilişkisinden sonra hayatına giren insanlar melek olsa bile bir falsolarını arayacak. Kendisine saygı duyulup değer verilen bir iletişim biçiminde bocalayacak, geçmişin hayaletlerini yepyeni insanlara musallat edecek.
Yirmi yıl önce bir sinemaya gidip bir film seyrettiğimizi varsayalım. Bileti bir paltonun cebine koyup unuttuğumuzu, ama yirmi yıl sonra aynı paltonun cebinde elimizin kendiliğinden bir rastlantıyla bu bileti bulduğunu hayal edelim. Bilet-eşya unuttuğumuz, hatta unuttuğumuzu bile unuttuğumuz filmi bile hatırlatacaktır. Hatırlatma, eşyanın teselli etme gücünün örneklerinden yalnızca biridir..
İlk anda birilerinin size doğruları söylemesi dehşet verici bir işkencedir. Bunu anlamak için belirli bir zaman sonra hatırlayıp, o zamanlar size çok mantıklı ve romantik gelen, şimdi ise midenizde utancın yarattığı bir ekşimeye dönüşen hatalar yapmanız gerekir.
"Tanrı eğri çizgilerle doğru yazar" der bir atasözü. Peki insan? Yıllarca inatla dümdüz gideceğim diye, neleri yıkar, neleri kırar? Gecikince, tökezleyince, dönüp bir daha yapmak zorunda kalınca, yavaşlayınca neden hep kendine kızar?
Korka korka yürüdüğün bu şehrin sokaklarında gövdenle gök arasında kocaman bir boşluk vardı. Neyle doldurabileceğini bilmediğin, insanla geçmeyen o boşluğu kimseye anlatamadın.
Ne kadar mutlu olursan ol ağzının kıyısında durmaya devam eden, mutsuzluğunda da kabarmayan bir faça vardı. Yerinde öylece duran bir bıçak izi gibi. Oranın adını ben koydum: Üzgün.