Ve elbette, müzikal çağrışımların en mühim edebi analizini, Kayıp Zamanın İzinde'nin bütün yapısında yer eden Vinteuil'in "küçük sonat/küçük temasının" şifrelerini çözmek suretiyle Proust sunmuştur bizlere.
Malum, Proust'un Swannların Tarafı bitti. Muhammed Ali'den sert bir sağ kroşe yemiş gibi oldum kitaptan sonra. Cidden kaliteli ama oldukça ağır akan bir kitap. Tespitler çok güzel olsa da betimlemeler bezdirici. Kayıp Zamanın İzinde serisinin ikinci kitabına başlayacağım ama gün içinde elim bir türlü gitmedi kitaba. Aynı anda Seray Şahiner'in Antabus kitabına başlamıştım ve oturdum "eğer o roman ise bu ne, bu roman ise o ne?" sorusunu sorup duruyorum kendime. Yanlış da anlaşılmasın, Antabus'u okuması çok kolay olsa da yine de gerek dili, gerekse de ele aldığı mesele itibariyle çok kaliteli ve çok da keyifli bir kitap. Sanırım mesele "zamanın ruhu"yla ilgili. Her iki roman da zamanının ruhunu yansıtıyor. Biri bezdirici ölçüde yavaş ama dipsiz bir kör kuyucasına derin, diğeri oldukça keyifli ama modern bir futbol maçıymışçasına hız ve skoru öncelleyen bir yapıda örülmüş.