Ruhuma vura vura öğrettiler. Söylediğim kelimelerin, düşündüğüm hayalin ve hissettiğim duygunun hiçbir önemi yoktu. Bir unvan ve makama sahip olmadığım sürece... Şu boşlukta yalpaladığım anlarda, sarsak adımlarla yürürken dünyanın en kıymetli hazinesini barındıyor olsam da bir değeri yoktu. Görülmüyordum, fark edilmiyordum, hissedilmiyordum. Yalnızdım her şeyden önce, öyle böyle bir yalnızlık değil bu... Kelimeler içimden taşmayana kadar konuşmazdım, kendi kendime konuşmayı dahi uzun zaman önce bırakmıştım. Sessizliğim bastırılamayacak bir boyuttaydı, sessizlikten hoşlanmazdım. Biliyordu dostlarım, yine de değmezdi birkaç ufak yardım. Saklandım, küçük bir odada Tanrı'ya sığındım. Umdum, bulamadım. Korktum, kaçamadım. Düşündüm, o kadar çok düşündüm ki Tanrı'ya yaklaştıkça ona merakımdan delirdim. Denedim. Gerçekliğe yeniden dönmeyi, hayata devam etmeyi denedim. Aldığım tüm bu yolu bir kalp ağrısı gibi geride bırakamadım. Yeni bir yol çizmeyi istedim, defterimde kalan son yedi sayfaya bakarak... Ne ara bu kadar büyümüştüm. Taze kurumuş gözlerimle kendime baktım, mutluydum. Tanrıdan aldığım farkındalık armağanını çok güzel taşımıştım. Ben buydum, ona ulaşmayla kafayı bozmuş kayıp bir ruhtum.