Kimse ne çektiklerimizi, burada sıtmanın, sıcağın, sivrisineğin içinde nasıl ölüp ölüp dirildiğimizi, süründüğümüzü kimse bilmiyor. Çekemiyorlar, gözleriyle yiyecekler bizi. Ali Safa Beyin çiftliği diyorlar da başka bir şey demiyorlar, demiyorlar, aaah, demiyorlar. Unutuyorlar, sen adını değiştirip Tayfun Bey olurken, çelik göğsünü Toros kayalıklarında Fransıza siper ederken, düşmanı denize dökerken, kırk kişilik çakmaklı tüfekli çetenle
Karboğazında Menil taburunu esir alırken, o günleri unutuyorlar, unutuyorlar aaah... Sen, sürerim sürerim gitmez kadana, Fransız kurşunu geçmez adama derken, canını bir çöp kadar bile nazara almazken, onlar neredeydiler? İki dönüm toprağı sana çok görüyorlar, sen koskoca vatan toprağını kanınla kurtarmışken... Aaah, canınla kurtarmışken... Onlar, bizi çekemeyenler, Fransızlar bu vatanın harimi ismetine yürürken dağlara kaçıyorlar, deliklere giriyorlar, çalıların içine yatıyorlardı... Hepsi, hepsi, hepsi öyleydi. Geçen gün kasabada, Fincancıların kızı gene mi çiftliğe, diye imalı sordu. Gene çiftliğe dedim. Yaaa, gene çiftliğe... Sonra açtım ağzımı yumdum gözümü, kızım kızım, dedim, senin baban Adanada Fransız bayrağı altında Fransız kumandanına göbek atıp, onun önünde kalça kıvırırken, benim Ali, Safa Beyim, koskocaman Tayfun Beyim Fransız askerlerine kurşun atıyordu. Kurşun atıp kan döküyordu. İki dönümlük toprağı çok mu görüyorsunuz bir İstiklal kahramanına, bir Tayfun Beye? Kızım kızım... Bir sustu, o kadar hanımın içinde kuyruğunu, o kocaman bacaklarının arasına kıstırıp bir dişi köpek gibi gitti. İyi yapmış mıyım?"