Yürümeğe başladık. Yüzünden bir sevinç çığlığı koptu, her bir yanı aydınlığa battı.Ben ben oldum olalı böylesi ta yürekten, canevinden gülen, yanındakini de kendi sevincinin içine alıp yoğuran, sevinçten çılgına döndüren böyle tatlı bir insan görmedim. İçime aydınlık doldu, yüreğim pır pır etti. Şu Istanbulun kirinden pasından, göz oyan kıskançlığından, kötülüğünden sıyrıldım, yeni başka bir güne doğdum. Sen sağolasın, var olasın, dünyalar durdukça şu alçakgönüllü, ta canevinden, tekmil damarlarından çekilip gelen gülüşünle durasın. Yaşşa be Mahmut arkadaşım. Böyle gülen adamların dişleri de pırıl pırıl, apak, inci gibi olur, hikmeti hüda.
Şimdi diyorum ki ben sana, her şeyin bir anlamı var. Çiçeğin, böceğin, dalları eğen rüzgârın, ağzımızdan çıktıktan sonra yüzyıllarca uzayda asılı duran sözcüklerin bir anlamı var. Hiçbir şey kaybolmuyor. Her hıçkırık, hayal kırıklığının yaydığı her titreşim, içimizde bir coşkunun pır pır kanatlanışı kaybolmuyor. Kâinat gibi, insan da enerjisini sakınıyor. Sonra dağınık duran her şey, biz onu çağırmayı bilirsek, bir yapbozun parçaları gibi birleşip bir şey söylüyor. Sonra yine dağılıyor.
Rahmetli üstadım büyük şair Yahya kemal Beyatlı bu hayranlığını İstanbul'a ilk giren yeniçeriye gazel isimli bu ölmez şiiri ile canlandırmaktadır :
Vur Pençe-i Âlî'deki şemşîr aşkına
Gülbang-i âsmâni tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü'l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsün ser-i Freng
Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına