"İnsanlar hayatlarını iş, ev (televizyon) ve alışveriş üçgeninde geçirirken; durup düşünmeyi, kendi içine bakabilmeyi, sevdiği bir insanın yüzünü seyretmeyi unutuyor."
Özgürlük ve onaylanma tahterevallisinde bir denge ve kıvam tutturabildiğimiz kadar mutlu ve huzurlu olacağız. Yani “Ne istiyorum?”a verdiğimiz cevabı “Ne şekilde yaşamam gerekir?”e verdiğimiz cevapla birleştirebildiğimiz kadar.
Ziyad Marar şöyle yazar: “Onaylanma peşinde fazla hevesle koşanlar, korkan veya başkalarına muhtaç görünürler. Acı gerçek şudur ki özgürlük arzusu ve onaylanmak arzusu birbiriyle doğrudan çelişir. Mutluluk arayışı özgürlük ve onaylanma arasındaki bu ikilemi çözme arzusunun bir ifadesidir.”
* * *
Modern dünya bizden hızlı davranmamızı istiyor. Zihinsel zaman hızlanırken duyguların zamanı kendi yavaş ritmiyle ilerliyor. Zihnin zamanı ile duyguların zamanı arasındaki yarık büyüyor. Görmezden gelinmiş, ihmal edilmiş, işlenmemiş duygular ise bir endişe nöbeti veya iç huzursuzluğu şeklinde bizi yokluyor. Bu endişeden kaçmak için daha çok hızlanıyor, hızlandıkça insanlığımızın dokusunu oluşturan duygularımızdan daha da uzağa düşüyoruz. Ve sonra, ileri yaşlardan geçmişimize baktığımızda kocaman bir boşluk görüyoruz, yapmak uğruna olmayı feda ettiğimiz, sevdiklerimizi yeterince sevmediğimiz, içimizde ifade edilmeyi bekleyen sözcükleri dillendiremediğimiz, sadece bize ait olan bir hikâyeyi söze dökemediğimiz için, varoluşsal bir suçluluk hissine mağlup oluyoruz.
* * *