bazı İslamcıların yönetimi ele geçirmek için
Dikkat çeken bir diğer konu ise bazı İslamcıların yönetimi ele geçirmek için demokrasiyi ve seçimleri kullanmakta bir sakınca görmeyip yönetime geldikten sonra ise, kimi parti, grup ya da küçük çaplı kuruluşların dini meşruiyet sahibi oldukları ve halkın görüşünü almalarına gerek olmadığı gerekçelerine sığınarak, kendi görüşlerini güç kullanarak halka dayatacağından ve hatta bazı dini emirleri de yine güç kullanarak uygulatacağından dolayı zulüm ve baskı döneminin yeniden gelebileceğiyle halkı korkutarak yönetime sıkı sıkıya yapıştığı halde demokrasiyi bir kenara atmasıdır.
... Müslümanlar her işlerinde "Șûra"ya göre hareket etmektedirler. Bu durumda İslâm halifesi kendi görüşünden vazgeçebiliyordu. Bu "Șûra", Allah'ın emirleri doğrultusunda helâl ve harama riayet ederek hareket ediyor, günümüzdeki gibi suni bir anayasa bağlı, zulüm ve zorbalığa dayanan bir "Șûra" sistemi değildir.
Sayfa 95 - Ravza YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Siyaset alanında herkes, kendi hırsları ve çakarları doğrultusunda taraf tutar; akıl iradenin dayattığına boyun eğmiştir; bilim yoktur, hatta kesinliğin esamesi bile yoktur. Böylece genel cehalet, genel despotluğu yaratır ve düşünce hürriyeti anayasada yazılı olmakla birlikte, çoğunluğun üstünlüğü adı altında düşünce köleliği yine anayasaca karara bağlanmıştır.
Ancak farklılığı bir kusur olarak değil erdem olarak gören, hatta genişlemiş ufukları ve zenginleşmiş deneyimleriyle başarılı ve herkesin yararına olan birlikte yaşamanın, tam da yaşam tarzlarının farklılığından ötürü (rağmen değil) mümkün olduğunu söyleyen başka bir strateji daha vardır .Burada herkesin , dini bir deyim kullanacak olursak , birinin hakkı diğerlerininkini ihlal etmedikçe veya diğerlerini bu haktan mahrum bırakmadıkça ve bu haktan vazgeçmeye zorlamadıkça kendi Tanrılarına sahip olma hakkı vardır. Bu Jürgen Habermas'ın kültürel bir öz-kimlik (etnisite-dil ,görenekler) hakkıyla çakışmayıp , aslında onun en güvenilir ve sağlam teminatı olan "anayasal vatanseverliğine" benziyor
Sayfa 35 - Ayrıntı Yayınları
Milliyetçiliği veya Atatürkçülüğü partilerden ibaret sanan gerzekler var
Türk inkılabının dayandığı esaslar 1931 yılında altı ok halinde tesbit olunarak Cumhuriyet Halk Fırkası programına alınmış, 1937'de Anayasaya konulmuştur. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik ve inkılapçılık Atatürk ilkeleri olarak tanınmıştır.Ancak, zamanla ve hususiyle 1946'da memleketimizde demokratik rejimin kurulmasından sonra, Atatürk ilkeleri çeşitli parti ve siyasi zümreler tarafından kendi açık veya kapalı maksatlarına uyacak şekilde tarif olunmaya başlamıştır. Birtakım çevreler Atatürk ilkelerinden bir veya birkaçını dikkat nazarına almayarak diğerlerini kendi ideolojilerine destek yapmışlar ve ne yazık ki genç aydın çevrelerinde Atatürkçülüğün yanlış tanınmasına sebep olmuşlardır. Nitekim Atatürk'ün izinde olduklarına samimiyetle inanan bazı öğrencilerin milliyetçiliği reddettikleri hayretle görülmüştür.
Yöneticilerin senin efendin olmadığını UNUTMA
Sonuç olarak bütün insanların eşit doğdukları, eşit oldukları; herkesin yasa önünde eşit muamele görme hakkı olduğu; insanların yaşama, çalışma, mülk edinme, özgürce düşünme, din ve vicdan özgürlüğüne sahip olma gibi anayasa tarafından garanti edilen ve yasalarla ellerinden alınamayacak olan birtakım dokunulmaz, vazgeçilmez, terk edilmez haklara sahip oldukları; egemenliğin kayıtsız şartsız millete veya halka ait olduğu; halkın bu egemenliğini kendi seçmiş olduğu organlar vasıtasıyla kullandığı; yöneticilere sınırlı bir süre ve belli koşul ve amaçlarla tahsis etmiş olduğu egemenliği her zaman için ondan geri alma hakkı olduğu; halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu; devletin halkın üzerinde ve dışında, ondan bağımsız bir ontolojik ve ahlaki varlığa sahip olmadığı vb. şeklinde modern demokrasilerin temelinde bulunan fikirlerin veya prensiplerin çoğunun Locke tarafından ortaya atılmış veya formüle edilmiş olduğunu görmekteyiz.
Sayfa 193Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.