"İnanamıyorum kendime, hâlâ insanları doğru tanımayı beceremiyorum" dedi, kırgın
ve kızgın bir ifadeyle. Yakın bir arkadaşıyla yaşadığı sorunu kastediyordu.
"Normal bu" dedim; "Tanıyamazsın, çünkü onunla çok içli dışlısın!" Şaş
İçki meselesi bu, diye düşündüm kendime bir içki alırken. Eğer berbat bişeyler olmuşsa, unutmak için içersin; iyi bir şeyler olursa kutlamak için içersin ve hiçbir şey olmamışsa bir şeyler olması için içersin.
Gülümsedim. Gülümsedi. Gülümsemesine inandım. Merdivenlere yürüdük ve sonra koşarak aşağı indik. Her katın sonunda, onu güldürmek için son basamaktan atlayıp topuklarımı tıkırdattım, o da güldü. Onu neşelendirdiğimi düşündüm. Neşelendirebileceğimi düşündüm. Eğer kendime güvenirsem belki aramızda bir şeyler olur diye düşündüm.
Yanılıyordum.
Senebesene yanlış hayaller, yanlış erkekler, yanlış ilişkilerle yıpranmış; babasız büyümenin kırgınlığını hala atlatamamış; sevgilileriyle kanlı bıçaklı olmuş, kalp kırmış ve kalbi kırılmış; el âlemin ne dediğini gereğinden fazla ciddiye alan, hâlâ tam olarak kendini tanıyamayan; Allah ya kendisini sevmezse, görmezse, esirgemezse diye endişe eden, gene de O’na sitem etmekten geri duramayan; sadece roman yazdığı zaman mutlu ya da tam olabilen; edebiyat dışında geçen her anı soru işaretleri, çelişkiler ve yalpalamalarla örülü; tam olarak neden yazı yazdığını bilmeyen ama yazı yazmazsa yaşayamayacağına inanan; henüz yeterince olmamış-pişmemiş-büyümemiş, layıkıyla “elhamdülillah” dememiş; ha bire düşüp dizlerini kanatan yarı kız çocuğu yarı kadın bir mahlûk görüyorum kendime bakınca. Ama bunu itiraf etmeye dilim varmıyor…