Beyin felci olarak dünyaya gelen birini düşünün. Sadece konusmasi ve sol ayağını hareket ettirebilen fiziksel engelli birini düşünün. Ya da şöyle söyleyeyim birini değil de kendimizi düşünelim. Ne yapardık? Insanlara, hayata küsermiydik ? Bize acı dolu gözlerle bakan insanlar gördükçe hayattan biraz daha nefret edermiydik? Brown hayata kesmedi, yılmadı, azmetti ve başardı. Kendi deyimiyle : içinde bulundugu hapishanenin tek anahtarı sol ayagiydi. Sadece sol ayağıyla tüm insanllara örnek olacak bir başarı öyküsü yazdı. Küçükten bazı şeyleri anlayamadığı için doğal olarak fiZiksel engellerinin farkında değildi ama büyüdükçe farklı olduğunu anladı. Ve bu onu derinden sarstı. Dert adamı söyletir derler ya tam da öyle ışte. Brown'un bu engelleri olmassa belki bu kitabı yazmyacaki. Hangimiz dort dortluk yaratildik ki. Fiziksel engellerimiz olduğu için bizi küçük gören, küçümseyen insanlar olmadı mi , onlardan nefret etmedik mi, ettik. Ve bu kitapta kendimizden bir parça gördük yani hayatın ta kendisini gördük.
Yazarın annesini de saygıyla anmak bir borç olsa gerek. Böyle bir durumda çocuğunu yalnız bırakmayan, destekleyen, daima yanında olan ve evde onca duvar örme ustası olduğu halde evin bahçesinde çocuğunun egzersiz yapması icin ev yapan bir anne. ( hiç bir engeli olmadan dogan cocugunu cami avlusuna bırakan anne musvettelerine selam olsun )...
Fiziksel engeli olan insanlara karşı asla acılı gözlerle bakmayalim. Sıradan insanlar gibi bakalım. Keyifli okumalar.