İnsandaki halen ve biricik evrensel ilke hayatı sevmek. Hayat ile kurulan bu bağın üzerine kurulur ölüm ve ölüme dair olan. İnsanın yegane hakikati ölümdür, bu gerçeği çarpıtıyor diyen ve git kendini jiletle kabilinden depresif fikirlerin atladığı budur.
Bebek dünyaya doğal bir tutunma dürtüsüyle gelir, ölüm korkusuna dair biyolojik düzenek de canlılığın korunmasına yönelik bir adaptasyon.
Hayata duyulan sevgi ve öznenin kendine hapsedilmiş yaşam tutkusu( kibir, cimrilik, karamsarlık), sevgi ve korku olarak aklın üzerinde doğrulduğu, bir insanlaşma faaliyetidir, aklın iki ayağıdır.
Akıl baştan aşağı sevginin eseridir. Fakat en azından şimdilik aklımız evrensel değildir, aklın evrenselliğinden anlaşılabilir ortak toplumsal yasaları beklemek daha doğru olacaktır. Aklın evrene dair temel tutum haline gelmesi, ayakları üzerinde doğrulduktan sonra amuda kalkmaya benziyor.
İnsanın hayata dair evrensel tutumu onu sevmesi ve devamlılığını araştırması. Akla dayanan modern özne, bireyleştikçe daha anksiyöz, daha karamsar, hayatla kurduğu bağ baş aşağı edilmiş halde. Libidosu sıkışmış, bunalmış bu insan, çok ciddi ve yüksek bir entellektüel birikimle insanların ölüm korkusunu yenmek için şunu uydurduğunu, böyle yaptığını falan söyler.
Laf safsatasını hemen çözümleyelim. Ölümden korkup mu cinsel ilişkiye girersin, haz aldığın için mi? Cinselliği uzun ve hastalıklı, depresif bir laf salatasıyla ölüm korkusuna bağlarsın istersen, iştahı olana afiyet olsun. Aslında ölümü bir motivasyon veya anksiyete kaynağı olarak tarif eden her durumda, anlatıcının bizzat kendisinin ciddi bir şekilde hastalandığından şüphe duymalıyız.