"Defne, dur bir dinle! Ben iyiyiz derken, sadece kendi kişisel hayatımızı kastetmiştim. Kanayan yaralarımızı sardık, ölüm acısına da, şu Gezi Parkı yüzünden başımıza gelenlere de aslanlar gibi göğüs gerdik, işlerimizi yoluna koyduk. Yalan mı?"
"Ama kendimizi yaşadığımız toplumdan ayrı tutamayız ki... Bunca haksızlık varken..."
"Hiç kimse için her şey aynı anda harika olamaz! Mümkün değil bu. Kaldı ki, bu memlekette seninle benim gibi düşünmeyen ve halinden memnun olanlar çoğunlukta. Bunu da unutma!"
"Evet. Ne yazık ki öyle."
"Defne, çok mu mutsuzsun burada? Amerika'ya dönmek ister misin, kızım?"
"Hayır, hala. Oradaki eşitsizlik de, haksızlıklar da çöp gibi gözüme batıyordu benim."
"Ama en azından yasaların her insan için eşit şartlarda işlediği bir sistem var orada. Evet, haksızlık, şiddet her yerde var. Daha geçenlerde bir zavallı siyah çocuğu döverek öldürdüler polisler, hepimiz seyrettik televizyonlarda.Şimdi o polisler yargılanacak ve cezalarını çekecekler. Sistem, katil polisleri korumayacak. Amerika ile aramızdaki fark burada işte."
“Her nerede yaşıyorsam, doğru bildiklerim için savaşmak isterim, ben. Şimdi buradayım madem, buradaki yanlışları düzeltmek için çalışırım ben de."
"Şimdiki insanlar artık sizin zamanınızın insanları değil...
Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı.
Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor.
Bu cereyan neticesinde eski ahlak kaidelerinin yıklıp
değişmemesine nasıl imkan görürsünüz?"
"Şimdiki insanlar artık sizin zamanınızın insanlar
değil... Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı.
Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyan neticesinde eski ahlak kaidelerinin yıkılıp değişmemesine nasıl imkan görürsünüz?"
Yine bir huzursuzluğa,
Göz açmak bu bana.
Yine israf gündüzler,
Ömrümden çala çala.
Bu gereksiz insan topluluğundan,
Acaba nasıl kurtulmaca?
Ömrümü sömürtmeye geldim buraya,
Çok yorgunum
İliklerime kadar yorgun
Gündüz açanım gecesinde solgun
Yaşanması muhtemel bir hayattan
Ölesiye soğumuşum
İnsan nesli tükendiğinden beri..
“Körlük” onu bir roman diye okumuştum
“Kırmızı Pazartesi”
Şimdiki insanlar artık sizin zamanın insanları değil... Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı. Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyan neticesinde eski ahlak kaidelerinin yıkılıp değişmemesine nasıl imkan görürsünüz?
“Şimdiki insanlar artık sizin zamanınızın insanları değil... Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı. Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyan neticesinde eski ahlak kaidelerinin yıkılıp değişmemesine nasıl imkân görürsünüz?”
"Şimdiki insanlar artık sizin zamanınızın insanları değil... Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı. Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyan neticesinde eski ahlak kaidelerinin yıkılıp değişmemesine nasıl imkân görürsünüz?"
Kimse hâlinden memnun değil, ama hâlinden de haberdar değil. Hâli ve mevcudu arasındaki farktan haksızlığa uğramış gibi bahsediyor ama bahsi belli başlı bir şeye değmiyordu. Buna rağmen herkes birbirini anlıyor ve hak veriyordu.
Bilhassa Büyük Muharebe'den sonra bütün dünyada bir garip uyanıklık oldu. Şimdi insanlar, artık sizin zamanınızın insanları değil. Gözlerin açılması emelleri, hırsları arttırdı. Kimse artık kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyen neticesinde eski ahlâk kaidelerininin yıkılıp değişmemesine nasıl imkân görürsünüz.
"Vakit sabahtı, bir kış sabahı ve Diogenes kumun üzerine çıplak uzanmış güneş banyosu yapıyordu; sabahın, üzerine yağan güneşin keyfini çıkarıyordu; her şey çok güzeldi, sessizdi, nehir akıyordu...
“Ne demeliyim?” diye düşünür İskender. İskender gibi bir insan nesnelerden ve mülkler dışında düşünemez. O yüzden Diogenes’e bakar ve “Ben Büyük İskender’im. Bir şeye ihtiyacın varsa, bana söyle. Büyük yardımım dokunabilir ve sana yardım etmek isterim” der.
Diogenes güler ve “Hiçbir şeye ihtiyacım yok. Yalnız biraz kenara çekil, çünkü güneşi kapatıyorsun. Benim için yapabileceğin tek şey bu. Ve hatırla, kimsenin güneşini kapama, bir insanın yapabileceği tek şey budur. Gölge etme, başka bir şey istemem” der.
İskender bu adama bakar. Onun karşısında kendini dilenci gibi hissetmiş olmalı: “Hiçbir şeye ihtiyacı yok ve benim bütün dünyaya ihtiyacım var ve o zaman bile tatmin olmayacağım, bu dünya bile yeterli değil.” İskender, “Seni gördüğüme sevindim, hiç bu kadar halinden memnun bir insan görmemiştim” der.
“Sorun yok!” der Diogenes. “Benim kadar memnun olmak istiyorsan, gel yanıma uzan, güneş banyosu yap. Geleceği unut ve geçmişi bırak. Seni engelleyen kimse yok.”
İskender güler, yapay bir kahkaha elbette ve “Haklısın - ama daha zamanı gelmedi. Bir gün ben de senin gibi dinlenmek isterim” der.
“O bir gün asla gelmeyecek” der Diogenes. “Dinlenmek için neye ihtiyacın var? Eğer benim gibi bir dilenci dinlenebiliyorsa, başka neye ihtiyaç var? Bu mücadele, bu çaba, bu savaşlar, bu fetihler neden? Bu kazanma ihtiyacı neden?”