Su musluktan akarken arkasındaki duvarın fayans beyazına büründü; taşarken plastik maşrapanın kırmızı rengine bulandı; rengarenk benekleri olan gri taştan süzülüp göç yolunu ezbere bilen kuşlar gibi, beyaz hela taşının üzerine geçmiş, dağlardan çılgın gibi akan, gökyüzünden yeryüzüne tekrar tekrar dökülen muhteşem çağlayanların aksine son derece mütevazi bir hızla aşağı doğru usul usul aktı, aktı aktı... kara deliğin içinden derinlere düştü, düştü, düştü...
Girdiği kabın şeklini alan su, geçtiği yolların rengini de çalarmış.
"Bir kez sözcüklere döküldüğünde klişe görünüyor ama o zamanlar bunu sözcükler değil, içimde bir düğüm olarak hissediyordum. Ölüm, kağıt ağırlığının içinde de vardı, bilardo masasının üstünde sıralanmış kırmızı-beyaz dört topun içinde de. Ve hayatımız boyunca onu ince bir toz gibi ciğerlerimize çekip duruyorduk."
Artık herkes, özellikle de çocuklar şiddet ve vahşet dolu hikayeler dinlemek istiyorlardı. Eğer bir hikayede elfler ayakkabı tamircisini bir binanın üçüncü katından atmayacak olurlarsa, bu hikaye ilgi görmüyordu. Daha da kötüsü Jimmy bu kana susamış yeni nesil için bazı bilinen masalları değiştirip anlatmaya başlamıştı. Pamuk Prenses sadece beyaz tenli bur prenses değil, vampir belirtileri gösteren bir Uluyanlar suikastçısıydı. Kırmızı Başlıklı Kız'ın ise kurtlarla başı derde girmiyordu, çünkü artık büyükannesinin savaş baltasını ele geçirmişti...
Rengarenkdim.
Dışarıdan bakınca bembeyaz ve boş bir sayfadan ibaret bir gökkuşağıydım ben.
Ne yeşilin rahatlığı vardı üzerimde nede mavinin ferahlığı.
Kırmızı da yoktu hayatımda siyah da.
Sadece saf beyazdım ben.
İçini dışına dökemeyen umutlarını yüreğine gömmüş yarınlar için beklenmeyen her acıda biraz daha kirlenen ama asla renklenmeyen beyaz...