MİKADO’NUN ÇÖPLERİ
Bir kadın, bir erkek, iki yabancı…
Karlı bir kış gecesinde eve dönen adam, kadın ve kucağında çocuğunun sokakta kaldığını görür ve onları evine davet eder. Kadınla adam koyu bir sohbete başlarlar. Aklınıza gelebilecek her şey üzerine konuşurlar. Aslında ikisi de birbirlerinin umrunda değildir. Sadece kendi dertlerini anlatmak isterler. Geceden sabaha kadar sürer bu sohbet.
Kitabı okurken hiç sabah olmasın, hep konuşsunlar istedim. Çünkü o kadar özlemişiz ki yargılanmadığımızı bilerek konuşmayı. Bu özlemimizi biraz olsun gideriyoruz bu eserde.
Eserin dili o kadar sade ve akıcı ki bir çırpıda okunup bitirilebilir. Aynı zamanda içeriğindeki toplum ve ahlak eleştirilerini okurken yer yer durup düşünüyoruz.
”O günden beri, ne zaman şöyle mutluluğa benzer bir şey duyacak olsam, bakalım bunun kaşıntısı nerden başlayacak diye beklerim. Beklediğim de gelir başıma.”
”İnsanlar içlerini döktükçe uzaklaşıyorlar birbirlerinden.”
”Bense kendimi öylesine anladım ki, bıktım kendimden. Hani sabahları ilk cıgaramı içtiğim zaman diz kapaklarımdan başlayan sarhoşluğun ne kadar süreceğini bildiğim gibi, içimde olup bitenlerin tümünü biliyorum. Tatsız bir şey bu… Her gün aynı deneyi yapan budala bir bilgin gibiyim. Ama senin için yeniyim, anlaşılmıyorum kolay kolay. Hoş bir şey.”
”Kendimizi var edemediğimiz için yok ediyoruz.”