Seyyar eskicinin arabasından kitabı kaldırdığı zaman göğsünden boğazına doğru yükselen sıcaklık, şimdi tamamen yanaklarından dışarı fışkırıyor, yüzünde nefret ettiği o lüzumsuz pembelikleri oluşturuyordu.
Anette, Suat Ferid Bey’in zihnine ihtilal vermişti. Brükselliydi. Galiba on küsur yıldır İstanbul’da yaşıyordu. Birkaç okul değiştirmiş bir Fransızca öğretmeniydi.
Çünkü Ferid’in pek kısa bir sürede keşfettiği gibi “Duvduvani Efendi” altı yedi aylık mükemmel bir dişi kediydi. “Ne yapaydım lan... gecenin zifirinde kara kedinin cinsiyetini nasıl seçecektim...”
Neden zorlarsınız ki şu kadar en az kelime kullanarak inceleme yapmak zorundasınız diye. Nasıl da güzel oldu devrik cümlem. En az 150 olması gerekiyormuş ya. Bırakın insanlar istediği şekilde yazsınlar incelemelerini. Gerekirse tek kelime yazsınlar. Mesela ben bu kitap için tek bir cümle kurmak istiyorum :
“Bir kediden kaç bardak çay çıkar acaba?”
Anette gelmeden yapılacak bir iki ufak iş daha vardı... Yuvarlak ekmek tahtasının üzerine birkaç çeşit peynir dizdi. Sanki saatlerdir dışarıdaymışlar da yumuşamışlar gibi olsun diye microwave’de defrost ayarında biraz ısıttı peynirleri.
Koku “Duvduvani Efendi”nin gayet cesur tavırlarla mutfağa damlamasına sebep olmuştu: Kendisine ayrılan lezzetli parçaları Ferid’in elinden kaparak yedikçe de sakinleşmiş, bayağı “hanımlaşmıştı.”
Bunu içinden değil de aleni söylediğine pişman oldu, ama yapacak bir şey yoktu. Her zamanki sığınağına, gülümsemesine sığındı. Anette, acele acele sanki hikâyesine inanılmıyormuş gibi.