Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması

Agah Özgüç

100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması Gönderileri

100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması kitaplarını, 100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması sözleri ve alıntılarını, 100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması yazarlarını, 100 Filmde Başlangıçtan Günümüze Türk Sineması yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tarık Akan, hırsızlıkla suçlanıp hapse giren Müslüm'ü başarıyla canlandırıyor. Müslüm hapisten çıktıktan sonra adağını yerine getirecek, 2,5 aylık oğlunun boğazını keserek tanrıya kurban edecektir (1979).
Türk sineması bireyleriyle, kurumlarıyla, hiçbir ülkenin sinemasında benzerine rastlanmayan ekonomik yapısıyla, çalışma düzeniyle ya da düzensizliğiyle garip bir dünyayı oluşturmaktadır. Örneğin 1974 yılından başlayarak altı yıl süren "seks filmleri furyası" ülke çapında bir seyirci patlaması meydana getirir. Bu izleyici topluluğu
Reklam
1914, Türk film tarihinin başlangıç yılıdır. 1. Dünya Savaşı'na girdiğimiz günlerde; yani, 14 Kasım 1914 günü orduda yedek subay olarak görev yapan Fuat Uz- kınay, Türk asıllı bir sinemacı ve de Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların Ayastefanos’a (Yeşilköy) diktikleri anıtı kamerasıyla görüntülemişse, bu tarihi belge "ilk Türk filmi"dir.
"Herşeye Rağmen" **** Reji: Orhan Oğuz Oyuncular: Talat Bulut, Şerif Sezer, Bülent Oran, Hakan Çırakçı, Meral Çetinkaya. Italyan sinema tarihçisi Mario Verdone'nin deyişiyle söylersek: "Türk toplumunda çok rastlanılan sıradan insanların öyküsünü yalın, abartısız ve çok yoğun bir anlatımla ortaya koyduğu bir film." Sinemamızda örnekleri az olan ruhbilimsel gelişmeleri öne çıkaran özgün bir çalışma, bir "iç mekân" denemesi. Yönetmenine, oyuncularına ödüller kazandınp Cannes'da ise "gençlik ödülü" alan film, yalnızlığını anne ve baba sevgisinden yoksun bir çocukla paylaşan bir cenaze arabası şoförünün psikolojik dünyasını sorguluyor. Protestan kilisesinin şoförlüğünü yapan Hasan (Talat Bulut), küçük Ahmet'e sevecenlikle yaklaşırken, cinsel açlık içinde kıvranan gurbetçi annesiyle ise iletişim kuramaz. Or han Oğuz bu son derece nazik ilişkiyi, çocukla şoförün bir birleriyle kaynaşmasını sergilerken, melodram sinemasının tuzaklarına düşmüyor. Derinliği olan bir film (1987).
Sayfa 111
Bilge Olgaç (1940), Türk sinemasının aralıksız ve sürekli çalışan "tek kadın" yönetmenidir kuşkusuz. Memduh Ün'ün asistanlığını yapıp film öyküleri yazan Olgaç, "Linç" gibi bir-iki hamleden sonra 1980'li yılların ortalarında ustalığa giden yolda görürüz. 1984 yılında çektiği "Kaşık Düşmanı" bu olgunlaşmanın ilk örneği sayılır. Ardından "İpekçe'yi çeker. Her iki film de bir kadın yönetmenin gözüyle çekilmiş başarılı çalışmalardır. Ve her iki filmin dikkati çeken oyuncusu da Perihan Savaş'tır. İlk kez çocukluk yıllarında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oyunculuğa başlayan Savaş, sinemaya geçişinden 1980'li yılların başına kadar en sıradan filmlerde "memur oyuncu" kimliğinin dışına çıkamaz. Bilge Olgaçın filmlerinde ilk kez oyunculuğunu kanıtlayıp Halit Refiğ'in "Karılar Koğuşu'nda (1990) yeni bir aşamayı gerçekleştirir.
"Ah Güzel İstanbul'da fahişe tiplemesiyle gerçekçi bir kadın kişiliği çizen Müjde Ar (1954), Ömer Kavur'dan sonra özellikle de Atıf Yılmaz'lı filmlerle bir tür yenileşme getirir. Örneğin Türk sinemasındaki "kadın imajı"nı değiştirip yerleşik Yeşilçam kalıplarını kıran Müjde Ar, beraberinde bir "cinsel devrim'i de getirecektir.
Sayfa 60
Reklam
yurt dışında çekilen bir Türk filmi olan "Otobüs", ülkemiz sinemasında gösterime girdiğinde yoğun bir ilgiyle karşılanır. Filmin yönetmeni Tunç Okan'dır. Yurt dışına yerleşmeden önce bir sinema dergisi (Ses) yarışması aracılığıyla oyunculuğa başlayıp uzun bir çalışma döneminden sonra film çalışmalarına ara vermiştir. Gerçek mesleği dişçi olan Okan, bir düzine salon ve polisiye türü filmde oynamasına karşılık oyunculuğunu kanıtlayamamış bir jönprömiyedir. Yurt dışına çıktıktan sonra kendi imkânlarıyla yönettiği ve dış göç üzerine kurulan, ilginç bir öyküyü başarıyla sinemalaştırması gerçekten şaşırtıcıdır. Yurt dışında çeşitli ödüller kazanan "Otobüs", bir "ilk film denemesi" olmasına karşılık, yenilikçi bir tavrın getirdiği aşamalardan biridir kuşkusuz.
Lütfi Ö. Akad, suskunluğa girdiği zamanlarda beklenmedik sürprizleri oluşturan ilginç bir yönetmendir. İşte böyle bir suskunluğu yaşarken "üçüncü" bir tırmanış daha gerçekleştirir. Bir "iç-göç üçlemesi"ni oluşturan "Gelin, Düğün, Diyet", yorgun usta Lütfi Ö. Akad'ın sinemadaki en olgun ürünleridir. Bu üçlemenin en başarılısı da yanılmıyorsam "Gelin"dir. Ve bu Akad'ın "son çıkış"ıdır.
Sayfa 50
1970'lerin sinemasında yine "çocuk yıldızlar" gündemdedir. Örneğin Sezercik dizileriyle Sezer İnanoğlu, Yumurcak tip lemesiyle İlker İnanoğlu ve Afacan rolleriyle Menderes Utku... Bu bir çeşit "babalar ve çocuklar sineması"dır. Çünkü üç küçük yıldızın destekçileri de prodüktör babalarıdır.
Güney'in gelişiyle Yeşilçam sinemasının yerleşik kalıpları, şablonları bir anda altüst olur. Karizmatik bir kişiliği olan Güney'in önemli bir özelliği de Türk sinemasını dış ülkelerde tanıtıp evrensel boyutlara taşımasıdır. Güney'in sinemada yarattığı halk tipi kahramanlarla, dönemi içinde halkla özdeşleşmesi ve efsane boyutlarına ulaşması kendine özgü kişiliğinin bir göstergesidir kuşkusuz. En olgun senaryolarını hapishanelerde (Düşman, Sürü, Yol) yazıp, sinema yaşamını Fransa'da çektiği "Duvar'la (Le Mur) noktalayan Güney, bu son filmiyle olumsuz eleştiriler alır. Elbette ki "Duvar" başarısı ya da başarısızlığından çok küskünlüğünü ve karamsarlığını yansıtması açısından ele alındığında sürgündeki yönetmenin karmaşık iç dünyası ortaya çıkar.
36 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.