Çağdaş uygarlığın dışında kaldığından gelişimi o uygarlıktaki genel çizgiye göre yürümemiş olan, yapısı bozulmuş, o hali ile donup kalmış olan bir toplumu onu yok etmeden temelden değişmeler yapılamayacağı için çağdaş uygarlığa götürecek araç olarak ekonomik kalkınına yöntemi ile sınıflar arasında uçurumlar yaratmaya gitmeksizin eşitliğe dayanan bir modern toplum şekline geçirme mümkündür. Bu, ne kapitalizm, ne de
sosyalizm ideolojisidir. Çağdaş uygarlığa geçiş halinde olan ortaçağh toplumların yani Batı uygarlığının üstünlüğü, baskısı ve istilası karşısında çifte bir savaş veren toplumların olaylarından beliren tarihsel ve sosyolojik bir tezdir.
Batı uygarlığından olmayan, onun hükmünden ulusal bir çaba ile kurtulan ve fakat bu uygarlığa arka çevirmeyen, onu kendi yapısında gerçekleştirmek azminde olan toplumların şartlarının zorunladığı bir görüştür. Bu, ideolojik bir yorumlama değil, olayların kendilerinin açıkça gösterdiği bir şeydir. İdeolojik açılardan önemli olan nokta şudur: Bu görüşün yol açtığı ekonomik kalkınma programında ve ulusal kalkınma siyasetlerinde hangi ekonomik ve toplumsal doktrinlerle yürüneceği bilimsel meseledir. Bunda en çok başarı gösteren toplumlar, ulusal varlığını ve bütünlüğünü din, ırk, dil axrımları, derebeylik, aşiretçilik, saltanat, hilafet vesaire gibi ortaçağ kalıntısı kuvvetlerin temsil ettiği ulusal dokuya aykırı davalardan en çok kurtulmuş olan, bu sayede çağdaş uygarlığa özge ekonomik ve politik doktrinlere milli olmak veya olmamak damgalarını vurmadan yer verebilen toplumlar olmuştur. Bizde ekonomik doktrinlerin başarı kazanama
masında, dejenere edilişinde, ille milli olma kaygılarına düşülmesinde veya bunların milliyet düşmanlığı damgalarını yemelerinde ırkçılık, Turancılık, şeriatçılık, halifecilik, toprak ağalığı ve derebeylik gibi geri kalmışlığın alametleri olan kuvvetlerin toplumda hala hüküm sürmesi birinci derecede rol oynamıştır. Bu rol bugün de devam etmektedir.
Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye'nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, çağdaş uygarlığa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz yıllık bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdığı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalışının verdiği acının eseridir.
Ekonomik bakımdan köylünün kalkınmasına dayanmayan bir kalkınma programı temelsiz kalmaya mahkumdur. Tarım reformunun önüne geçilmesi, Kemalizmin devletçilik görüşünün başarısızlığa uğratılmasının en büyük âmilidir.
Ortaçağ nizamından modern uygarlık düzenine geçişte bu er geç olacaktı; ama Türkiye'nin Paris muahedesiyle siyasetini büyük devletlerin emrine vermesi yüzünden bu çözülme işinde bir ulus olarak ortaya yegane çıkamayan unsur Türklerin kendileri oldu. Paris muahedesinin zorladığı reformlar Türkten gayrı halkların birer ulus haline gelmesine yaradığı halde, Türklerin adsız, örgütsüz, iradesiz, temsilcisiz bir kalabalık olarak geride kalmasından başka bir işe yaramadı.