1- Resulullah (aleyhissalatu vesselam), burada, dua ederken İsm-i Azam şefaatçi yapılarak istendiği taktirde Cenab-ı Hakk´ın isteneni ifade buyuruyor. Müteakiben göreceğimiz üzere (1974 numaralı hadis) Allah´ın doksan dokuz ismi vardır. Bunlardan biri, İsm-i Azâm´dır. İsm-i Azam´ın hangisi olduğu kesin şekilde belirtilmemiştir.
2- Tîbî demiştir ki: Bu hadis delalet eder ki: Allah´ın bir İsm-i Azam´ı var, o şefaatçi yapılarak dua ederse icabet eder ve o isim burada mezkurdur. Keza hadiste: "Allah´tan başka şeylerden yüz çevirerek, tam bir ihlasla zikredilen her isim, İsm-i Azam´dır, zira harflerin birbirine karşı farklı bir şerefi yoktur" diyenlere de hüccet vardır. Başka hadislerde de benzer şeyler zikredilmiştir. Onlarda, bu hadiste bulunmayan isimler de mevcuttur. Ancak, hepsinde "Allah" kelimesi mevcuttur. Bu durumdan hareketle İsm-i Azam´ın "Allah" lafzı olduğuna hükmedilmiştir.
3- Hadiste dua etmekle, istemek (talepte bulunmak) arasında bir tefrik yapılmamaktadır. Buna göre, kulun: "Falanca şeyi bana ver" sözü, onun istemesi, talep etmesidir.
Dua ise, kulun nida ederek "Ey Rabbim! diye seslenmesidir. Rabb Teala bu seslenmeye: "Lebbeyk ey kulum (ey kulum söyle ne istiyorsun " diye cevap verir. Bu durumda kulun istemesine mukabil Rabb´in vermesi (ita etmesi) vardır. Şu halde, dua ve isteme arasında belirtilen bu fark mevcuttur.
Bu ince farkın her zaman gözetilmeyip, birinin diğeri yerine kullanılması da caizdir, vakidir. Nitekim Tibi der ki: "Duaya icabet, dua edenin, duayı kabul edenin yanında bulunduğuna delalet eder. Bu da, itanın (vermenin) hilafına ihtiyacın yerine getirilmesini tazammun eder. Şu halde ikincisi daha üstündür."