Karşılaştığım insanlar ışıltılı başlarını nasıl da neşeyle ve zorlanmadan taşıyor, kendilerini hayatı içine nasıl da bir balo salonundaymışçasına salıveriyorlardı!
Üzerime yine aynı karanlık çöktü, düşüncelerimin peşinden koşup kavrayamadığı o dipsiz kara sonsuzluk. Bu karanlığı tanımlayacak kadar koyu bir kelime aradım, öyle korkunç derecede koyu bir kelime olmalıydı ki bu, dilimden döküldüğünde dudaklarımı karartmalıydı.
«Bir genç kadının önünde ben, işte, üstü başı perişan, açlıktan tanınmaz halde, yıkanmamış, pis ve yarı çıplak duruyordum. Yer yarılmalı, içine girmeliydim.»